23.12.2009

Seslerini duyurmaya çalışan oluşumlar


Galatasaray Yönetimi yada çalışanlarından kaç tanesinin haberi var bu oluşumlardan gerçekten merak ediyorum.

Gerçekten yazdıklarımızı takip eden, ara sıra da olsa ciddiye alan, sesimizi bir nebze olsun duyanlar var mı acaba kulüp içerisinde? Yoksa kendimiz çalıp kendimiz mi oynuyoruz bazen cidden merak ediyorum. Bizimkisi karşılıksız biz sevgi. İçimizi dolduran Galatasaray sevdası ile coşuyoruz, maçları takip ediyoruz, kimi zaman sinirlenip kimi zaman çıldırıyoruz. Kızdığımız zaman birbirimizi bile kırdığımız oluyor, yalan mı? Hele ki şu günlerdeki gibi lige ara verilen ve takımın görmeyi istemediğimiz durumda olması bizi çok rahatsız ediyor. Birisi çıkıyor defansa takviye diyor, diğeri hala 10 numara arıyor kendine, kimisi oynayandan memnun değil, kimisi körü körüne seviyor en ufak eleştiriye bile tahammülü yok. Ama ben biliyorum ki aslında kimsenin bir art niyeti yok.

Madalyonun bizden yana bakan tarafı bu haldeyken bir de diğer tarafı var: Galatasaray yönetimi. Kimisi yıllardır kulübün içerisinde, kimisi parasından dolayı orda, kimisi ortalama bir ücretle işine gücüne bakıyor. Yayın editörleri, halkla ilişkiler uzmanları, genç yetenek avcıları, transfer bombacıları, malzemeciler, beslenme uzmanları vs.vs… Belki aralarında Galatasaraylı olmayanlar bile vardır diye düşünüyorum bazen. Sadece aldığı maaşı bilen, takımla ilgili birçok şey umurunda olmayan tipler. Onları da anlayışla karşılamak gerek elbette. Ama takıma zarar vermedikleri sürece. Birisi çıkar da FBTV’den görüntüleri alıp Ercan Saatçi’nin pisiliklerini ortaya çıkardığı gibi hareketler yaparsa, elbette takım zarar görür. Umarım bu tarz olaylar bizim içimizde yaşanmıyordur da ortaya da çıkmaz hiçbir zaman. Netice olarak çalışanların bizim kadar duygusal yaklaşmadığı gerçeği var ortada. Onların daha çok maddi kaygıları var. Onlar da elbette duygusal davranıyorlardır bazı konularda ama bir yere kadar. Bizim kadar sevgiyle, sadakatle bakamayacak oldukları kesin.

Neyse konu biraz dağılmak üzere o yüzden saadete dönelim. Yönetim içerisinde bulunan kişilerin birçoğunun profesyonel olduğunu biliyoruz. Belki bizden daha çok konuda tecrübe sahibiler. Ama benim kendi iş hayatımda bile sürekli uyguladığım, uygulanmasını teşvik ettiğim bir olgu var. Bütün fikirler değerlidir ve en yanlış fikir bile şartlar değiştiğinde mutlak gerçeğe dönüşebilir. Bu yüzden bütün fikirleri dikkate almak ve saygı göstermek gerekir.

Galatasaray Kulübü için bunun yolu spor yazarlarını ve taraftarın sesini dinlemekten geçer. Spor yazarlarının seslerinin duyulduğu ortada. Ak da deseler kara da deseler bir şekilde seslerini duyuruyorlar yönetime. En kötü durumda resmi siteden bir yalanlama geliyor ve yine anlıyoruz ki bahsi geçen spor yazarının sesi duyulmuş.

Ama taraftar için durum her zaman böyle değil. Kimisi stada gelip bir pankart açar, kimisi tribünleri organize ederek tezahürat yoluyla sesini duyurur, kimisi sokak röportajında şanslıdır kameraya konuşur.

Peki biz? Bizim tek çaremiz yazmak. Sevdiğimizi övmek için de eleştirmek için de yazmak zorundayız. Daha önce pek çok yerde yazdım Galatasaray Sözlük’e gelinceye kadar. Halen Ekşi Sözlük’te yazıyorum. Uzun zamandır güncellemeye fırsat bulamadığım bir blog sayfam var. Küçük çapta da olsa bir kitleye hitap edebilme şansım var. Hani sözlüklerde karma olayı var ya tartışmalara sebep olan, onu seviyorum ben aslında. Ama ciddiye almadan. Olumlu yada olumsuz oylanması zerre kadar umurumda değil. Okunup değerlendirilmiş olması keyif veriyor bana.

Ama bir de şöyle bir şey olsa; yönetim içerisinde belirlenecek çalışanlar medya takibi yapsalar. Resmi site içerisinde taraftar köşeleri oluşturulsa ve maçlara dair adam akıllı analizleri, yorumlar yayınlasalar, sözlüklerden yada bloglardan link verip taraftarın da sesini duyduklarını bizlere belli etseler fena mı? Bizim bu sevgimiz karşılığında bu kadarcık bile olsa sesimizi duyurmanın bir yolu yok mu? Buna hiç mi hakkımız yok, merak etmeden edemiyorum. Belki böyle bir proje vardır, yoksa da bir şekilde bir yerlerde konuşulmuştur. Yada ben öyle ümit ediyorum ne bileyim…

18.11.2009

Algeria vs. Egypt


14 Kasım'daki maç daha başlamadan Cezayirli futbolcular otele girişte saldırıya uğramış, portakal büyüklüğünde taşlar atılmıştır. Çıkan olaylarda bazı Cezayirli futbolcular yaralandı. Maçın bitişiyle birlikte puan ve atılan yenilen gollerde eşitlik olduğundan ekstra bir maçın daha yapılmasına karar verildi. Bu maç 18 Kasım 2009 tarihinde tarafsız saha olan sudan'da oynanacak. İki ülke öylesine gaza gelmiş durumda ki. 14 Kasımda oynanan maçtan sonra Cezayirlilerin bolca ikamet ettiği Fransa’da, Marsilya şehrini birbirine kattılar. Tıpkı daha önce yaşanan olaylarda olduğu gibi mağazaların camlarını indirip arabaları ateşe veridiler. Cezayir kentlerinde ise nefretle beraber gaza gelme durumu söz konusu. Herkes işi gücü bıraktı son maçı bekliyor. Yollarda sokaklarda sürekli olarak formayla, bayrakla gezen tipler, arabalarla konvoy yapanlar, dükkânlardan yükselen marşlar, tezahüratlar...

Cezayir’de GSM hizmeti veren ve mısır sermayeli Orascom Telecom/Djezzy firmasının binalarından bazıları saldırıya uğradı. Birçoğu polis ablukasında. Ülkede yaşayan mısırlı insanlar tedirgin, bazıları ülke dışına çıkmak zorunda kaldı çünkü aldığım duyumlara göre 2 mısırlı uğradıkları saldırı sonucunda hayatını kaybetmiş. İnsanlar genel olarak çok pis gaza gelmiş durumda. 7 Haziran 2009 Cezayir mısır maçında olduğu gibi bu maçta da çalıştığımız fabrika tatil edildi. Sanırım üçüncü maç için de yine tatil görünüyor. Velev ki Cezayir dünya kupasına gitmeyi başarırsa tüm grup maçları boyunca bolca tatil yapacak gibiyiz.

Hatta bu gaz o kadar büyük ki, ülkenin başbakanı Abdülaziz Bouteflika bile bu maç için emirler yağdırmaya başladı bir kaç gündür. Mısır deplasmanına giden taraftarlara "hemen sudan'a geçin, uçak, otel ve yemek masraflarınız devletten" diye talimat verildi. Cezayir’den sudan'a gitmek isteyenler ise 150 Euro gibi bir ücret ödeyerek uçak bileti+konaklama+maç biletine sahip olacaklar. Son 2-3 günde 10-15 bin başvuru yapıldığını duydum. Ülke genelinde yurt dışına gidecek olan birçok sefer iptal edildi ve Cezayir hava yolları'na ait uçaklar sudan'a yönlendirildi.

Bir sonraki maçın sonucu ne olacak bilemiyorum ama nasıl biterse bitsin ortalığın fena karışacağı aşikâr. İki ülke öylesine diken üzerinde ki şu an, sahada ve dışarıda yaşananlar sanki daha da büyüyecek gibi. Futbol asla futbol değildir denir hep ama bu kadarı ne spor ahlakına sığar ne de insanlığa.

17.09.2009

Heyecan Fırtınası :)

Dönüm noktama gelmiş bulunmaktayım, uzun bir süre tatlı heyecanlar ve telaşeler içerisinde olacağım. Döndüğüm zaman çok şey yazılıp çizilmiş olacak. Futbol özlemiyle dolu günler geçecek. Ama şimdilik daha büyük özlemleri sonlandırma zamanı. Şans ve mutluluk dileklerine ihtiyacım var bu aralar. Görüşmek üzere... :)

8.09.2009

Daniel Faraday ile iftara doğru


Daha önce ekşi'de "Daniel Faraday ile tutamıyorum zamanı" diye efsane bir başlık açmıştım.
Bu da programın ramazan versiyonu. Resim böbiler'den arak, başlığın her hakkı saklıdır. :)

28.08.2009

Siyah giyme söz olur...


Kulübenin kalitesiyle ilgili bir şey söyleyeceğimi sanıyorsanız yanıldınız. Ona laf edebilecek kimse zaten yok. Benim sıkıntım forma üzerine giyilen antrenman kıyafetleri. Tarz olarak kötü değiller ama mor forma ile uçuk derecede uyumsuzlar. Mor ile kullanılacak en son renk siyah olurdu sanırım. Öyle boğmuş ki birbirini.

Uyumsuz renklerin, kötü giyinmenin insan psikolojisi üzerinde olumsuz etkiler yarattığına inanan bir insanım. İnsan içerisinde bulunduğu kıyafetlerden ne kadar zevk alırsa, o kadar mutlu olur. Kendini ne kadar rahat hissederse de yaptığı işe o kadar uyum sağlar, konsantre olur. Yedek kulübesindekilerin yüz ifadelerine bakacak olursanız söylediğimi daha iyi anlarsınız. Hepsinin yüzünde bir gerginlik, bir sıkıntı, bir yorgunluk var.

O siyah eşofmanlar yerine keşke beyaz zemin üzerine sarı kırmızı şeritli bir şeyler olsaydı. İnanın hem görüntü olarak daha hoş olacaktı, hem de yedek kulübesindeki ifadeler daha farklı olacaktı.

Rijkaard Sorunsalı


Twitter modasına uyalım istedik, hesabımızı oluşturduk. Sonra bir kaç yerden bir kaç kişiyi ekleyip takip edelim dedik. Bir baktım ilginç bir güncelleme. Ama düzeltilme ihtimaline karşın ekran görüntüsü alıp müzeye kaldıralım dedim hemen. Evet Galatasaray'ın teknik direktör sorunsalı varmış meğer, bizim haberimiz yokmuş. Bülent Korkmaz demeç vermiş, muhteşem Hürriyet'in fevkalade spor servisi de yayımlamış. Aferin, çok güzel olmuş...

Ahanda link: http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/12351242.asp?gid=229
Bu da yeni moda: https://twitter.com/thevinca

27.08.2009

Adam olun!


"Bir çok yerleri dolaştıktan sonra, nihayet Bahçekapı'daki Şişman Yanko'nun dükkanına gidilerek orada zarif iki yünlü kumaşa tesadüf ettik. Biri, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de, içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı. Tezgahtar, mahirane bir el hareketi ile kumaşların dalgalarını birleştirdi. Bir saka kuşunun başı ile kanadının yarattığı renk güzelliğine benzer bir parlaklık hasıl oldu. Ateşin içindeki renk oyunlarını görür gibi olmuştuk. Sarı-Kırmızı alevinin takımımız üstünde parıldamasını tasavvur ediyor ve bizi derhal galibiyetten galibiyete götüreceğini tahayyül ediyorduk. Nitekim de öyle oldu." Ali Sami YEN - 1908

Normal şartlarda, kafası en az bir ilkokul çocuğu kadar basan kimselere bu tanımı yapmanın lüzumu yoktur. Ama son günlerde yaşanan ve Galatasarayla uzaktan yakından alakası olmayan olaylar ve bu olayların Galatasarayla bağdaştırılmak istenmesi üzerine bir kaç söz etmek istedim.

Zamanında bir tribün koreografisi üzerine, iç güvey ezik damat Ercan Saatçi'nin yorumunu bir çok kişi bilir. Sarı kırmızı renkler kullanılmış, koreografi de zemin rengi de yeşil olarak seçilmişti. Bahsi geçen zemin "stad çimleri" olduğundan mavi hazırlanması düşünülemezdi elbette. Ki zaten buna dönüp dönüp cevap vermenin de lüzumu yok, rahmetli Alparslan Dikmen Abimiz itin götüne sokmuştu içgüveysini.

1905 yılında kurulan ve ilk olarak renkleri kırmızı-beyaz olarak seçilen, daha sonra da yukarıda alıntı yaptığımız ve 1908'de yaşanan olay neticesinde sarı-kırmızı renkleri kulübün renkleri olarak belirlemiş bir kurum ile 1980 lerde ortaya çıkan bir kaç it sürüsünün yönettiği bir terörist grubu; renkleri aynı gibi geri zekalı bir benzetme vasıtasıyla mukayese etmek ve yüz üç yıllık şanlı tarihi bulunan bir kulübün taraftarlarına "terörist" muamelesi yapmak şerefsizliğin en önde giden hareketlerinden birisidir.

Bu bağlamda, yine bahsi geçen bu terörist grubun üyelerinin ve sempatizanlarının bolca ikamet ettiği ilimiz Diyarbakır'da geçen hafta sonu Diyarbakırspor ve Fenerbahçe arasında oynanan 2009-2010 sezonu Turkcel Super Lig karşılaşmasında yaşanan olayları Galatasaray taraftarlarına ve camiasına mal etmeye çalışmak da en az diğer örnekte olduğu kadar haysiyetsiz ve şeref yoksunu bir açıklamadır. Hele ki bu açıklamalar olayın muhatabı ve ev sahibi rolündeki takımının yetkili ağızları tarafında gelmişse daha da vahimdir.

Büyük Galatasaray taraftarları olarak Diyarbakırspor Kulübünden sözlü yada yazılı bir açıklama yapılıp Galatasaray camiasından özür dilemelerini istemekteyiz. Bu bir rica veya temenni değil, yapılan saygısızlığın karşılığında ufak da olsa özeleştiri yapmak adına gösterilmesi gereken bir davranıştır.
---------------------------------------------------------------
Alparslan Dikmen'in Ercan Saatçi'ye cevabı: http://www.rerererarara.net/sozluk.php?process=eid&eid=11964
---------------------------------------------------------------

26.08.2009

Ev usulü puding


Çocukluğumdan beri favori tatlılarım arasındadır bu meret. Annem pasta yapardı, ben tavayı sıyırırdım parmaklarımla, zaten o arada doyardım epey. Akşama kaselerde soğutulmuş olarak hazırlananı yememe gerek bile kalmazdı hani. Eee bugün de bi nostalji yapalım dedik, iş çıkışı başladım puding yapmaya. İnternetten bir kaç tarife baktım, elde olan malzemelerle başladım yapmaya.

  • 1 litre süt
  • 2 çay bardağı un
  • 3 yemek kaşığı kakao
  • 11 yemek kaşığı şeker [nasıl bir ölçüyse artık bu, insan bardak falan yazar sayarken yoruyor insanı :) ]
  • 125 gr tereyağı/margarin
  • çok az vanilya

  • Efendim öncelikle toplamda 1 litre olan sütün bir su bardağı kadarını yanmaz yapışmaz, her şeyi düşünen, ama tariflere kafası basmayan akıllı tefal tenceremize döküyoruz. Hikaye kısımlarına takılı kalıp tariften şaşmayın bak ona göre.
  • Sonra yazın sıcağıyla kavrulan tarlalarda yetişen, nice köylünün el emeği göz nuru, tek geçim kaynağı olan buğdaylardan elde edilen ve kapitalist düzenin iğrenç çarkları arasında giderek büyüyen marketlerden alınma unu da ekliyoruz tenceremize.
  • Daha sonra dans eden kavruk tenli insanların topraklarından gelen eşsiz aromaya sahip kakaomuzu da tencereye ilave ederek karıştırmaya başlıyoruz. Burada amaç sütün içene dökülen kakaonun tamamen topaklardan ayrışması ve kremamsı bir kıvama gelmesi.
  • Baktık ki topaklar tamamen sıvı kıvama gelmiş ve süt ile iyice sarmaş dolaş olmuşlar, hemen şekeri ilave ediyoruz. Sütün kalanını da ekleyip iyice karıştırdıktan sonra koyuverin gitsin artık ocağa. Kısık ateşte karıştıra karıştıra beklemeye başlayın.
  • Bu arada boş duracağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Hemen küçük bir tavada margarini yada tereyağını eritin, üzerine yarım çay kaşığı kadar olan vanilyayı da ekleyip karıştırın. Sakın yağ cızırdamaya başlamasın, fazla ısıtmayın. Erisin yeterli.
  • Diğer karışım kaynadıktan sonra bir kaç dakika daha karıştırmaya devam edin, altını kapatın az daha karıştırın. Sonra 2-3 dakika kadar bekleyip yağ/vanilya karışımını da ilave edin tekrar karıştırın.
  • Ahahaaaa :)) noldu? Karışmıyor dimi pudingle yağ birbirine? Acele etmeyin biraz daha deneyin karışacaktır. Şöyle kenarlardan kenarlardan çevirin, iyice karıştırın. Bekleyin mutlu sona ereceksiniz. İki karışım birbiriyle özleşecek.
  • Sona ulaştığınız zaman ise 4 ayda 5 kaseye paylaştırın pudingi. Üzerine de artık ne serpmek isterseniz o size kalmış. Evde hindistan cevizi rendesi yoktu fındık koydum ben. Antep fıstığı da olur sanırım. Bulamazsanız bir şey koymayın canım, siz de yani...

Hadi şimdi dolaba koyun, soğusun kasedekiler, akşama yersiniz artık.

Şimdi geldik en zevkli bölüme. Tencerenin dibini parmaklama işi. Aman tanrım ne güzel bir olay yaa... Ama? Ama? Hayırrrr... Yav yaptık ettik bu saatte, sıra tencereyi parmaklamaya geldi ama orucu unuttum ben ya! Yiyemeyecek miyim şimdi ben tencerenin dibini? Ühüü... Kötü zamanlama.

25.08.2009

Skor Yorumculuğu


Medyamızda bolca örneklerine rastlayabileceğimiz güzide meslek.

Skor yorumculuğu yapabilmek için gerekli olan şartların en önemlisi her hangi bir medya kuruluşunda çalışmak yada dışarıdan iş yaparak para kazanıyor olmaktır. Yazdığınız köşe yazıcıklarıyla yada televizyondan yaptığınız yorumcuklarla gayet güzel, tıkır tıkır para kazanabilirsiniz. Önemli olan bir diğer husus hakkında yazacağınız yada yorum yapacağınız maçları izlememektir. Mesela Galatasaray maçına dair fikir beyan edecekseniz bu maçı izlememeniz öngörülür. Çünkü maçı izlerseniz objektif davranma olasılığınız vardır ki çok tehlikeli bir durumdur bu. Ne gerek vardır, maçı izlemeden de insan doğru bildikleri hakkında üç beş kelam edebilir, değil mi? Yorum yapabilmek için maçın skorunu bilmek gayet güzel bir donedir bu meslekte.

24.08.2009

2288 Uyumu


Taraftara çağrı yaparken, kendileri de bir o kadar dikkat etmişler bizim yöneticiler. Rijkaard'ın gömleğinin içine giydiği tshirt, Adnan Polat'ın yakasındaki mendil bunun göstergesi. Takım oyunu demiyoruz boşuna.

21.08.2009

[Özet] Galatasaray : 5 - Tallin : 0



Durdurabilene aşk olsun. Teşekkürler aslanlar.
Bu sene gördüklerimiz, göreceklerimizin teminatı yine.
Duran toplardan atılan goller yılların özlemi.
İnşallah Sabri topun başına geçmediği sürece de göreceğiz bu sene.

kaynak: http://gelgidersin.blogspot.com/

19.08.2009

Lunaparktaki kalecilerin dramı


Çoğunun ekmek parasına mal olan dramdır. Sezonluk diye girdiği bu işten bile kovulabilir bu adamlar. İşin ucunda 1 liralık 3 penaltı karşılığında 5 liralık sigarayı kaybetme korkusu vardır. Ve bu yüzden zaman zaman çeşitli hilelere başvurdukları da görülür.

Hala var mıdır bilmiyorum ama, çocukluğumun en büyük zevklerinden birisiydi lunaparkta penaltı çekmek. Penaltı kullanmak denmez ona malumunuz; penaltı çekmektir onun adı. Hatta mahalle arasındaki çocuklar bu fiilin işteş halini bile kullanarak birbirlerine “penaltı çekişelim mi?” diye sorarlar bazen.

Genellikle bayram zamanlarında kurulurdu benim büyüdüğüm şehirlerde lunapark. Sonraları yaz aylarında da kurulmaya başladı ama çocukken böyleydi. Bayramın birinci günü dede evinde toplanılır, büyüklerin elleri öpüldükten sonra itinayla paralar cebe indirilirdi. Bayram yemeğine müteakip hemen evden kaçıp soluğu önce havai fişek, maytap, füze, kızkaçıran gibi şeyler satan küçük mahalle bakkalında alırdık. Hasılatın bir bölümü burada harcanır, kalan kısmı da öğleden sonra açılacak olan lunaparkta harcanmak üzere saklanırdı.

Lunapark açıldıktan sonra ise ilk durağım boşsa eğer penaltı kullanılan bölüm olurdu. Genellikle lunapark sahibinin bir yakını yada tanığı tipler olurdu bu kaleciler. Normal günlerde başka işlere bakan, sezonda da kalecilik yapan tipler. Kimi sanayide çalışır, kimi arkadaş ortamlarında halı sahaların vazgeçilmez kalecisidir, kimisi de amatör kulüplerin birisinde forma giymektedir.

Benim hatırladığım en eğlenceli kaleci Döşemeci lakaplı olandı. Lakabı çalıştığı mobilya döşeme atölyesinden gelen bu eleman saf bakışları, uzun boyu ve ilginç refleksleriyle bana her zaman Stauche’yi hatırlatırdı. Tabi bu eleman esmerdi epeyce. Akıl almaz bir topa sahipti bu kaleci. Futbol topu desen değil, lastik topların kalın olanları var ya hani, ondan desen o da değil… Garip sert ve bildiğin söbü bir topu vardı. Şayet topa biraz alışık değilsen topun 5 metre üstten dışarıya çıkmasına engel olamazsın çoğu zaman. Deli fişek gibi bir oraya bir buraya giderdi top. Ama ilk 3 penaltıdan sonra genellikle topun durumunu çözer, ona göre vurmaya başlardım. İlk kullandığım penaltılar kalecinin kucağına yada dağlara taşlara giderken döşemecinin yüzünde oluşan tebessüm, ikinci tur penaltılarda yavaş yavaş tedirginliğe, sonra da drama dönüşmeye başlardı.

İşte tam bu noktada kalecinin sitemleri ortaya çıkar, çeşitli bahaneler bulmaya başlardı. Yok az daha geriye git demeler, ama sen abanıyorsun olmaz ki bu kadar da demeler, yeter yahu kaç fiş aldın sen millet sırada bekliyor tripleri ve bir yandan da giden Marlboroların hesabını nasıl vereceğim korkusu. O zamanlar çok zevkli gelirdi ama şimdi şimdi düşünüyorum da belki de bir sonraki bayramda kalecinin değişmesinin sebeplerinde birisi de benim sanırım.

İhsan Ketin Jeoloji Parkı


İhsan Ketin Jeoloji Parkı
Çukurambar - Ankara

Gerçekten harika bir bahçe.
Özenle ve zekice hazırlandığı çok belli.
Koordinatlar: 39°54'14.68"N 32°47'47.35"E

Dev kramponlar


Berlin - Almanya
Neresidir nedir bilmiyorum.
Ben de ilk defa görüyorum gerçekten.
Koordinatlar: 52°31'20.24"N 13°22'15.59"E

Futbol sahası gibi hava üssü

Ankara Etimesgut'dan bir görüntü. Hava üssünden çok futbol sahasına benziyor resmen. Yada biz artık hayata futbol penceresinden mi bakıyoruz, bilemedim. Buyrun bir de siz karar verin bakalım...
Koordinatlar: 39.942320062° 32.740531483°

18.08.2009

Galatasaray senden daha vefalı...




Galatasaray aşkına eşinden ayrılan, İzmir'e gitmek isteyen karısının "Ben mi Galatasaray mı?" sorusuna "Tabi ki Galatasaray; o senden daha vefalı" diyen Taçsız Kral Metin Oktay'ın kendi hayatını anlatan filminde kayınpederine ve eşine verdiği ayar.

Küreselleşme


Küreselleşme nedir diye soracak olursanız bu resim çok şey anlatır aslında;

Cezayir'de yaşayan
bir Türk vatanadaşının(bu ben oluyorum)
Alman yapımı kahve makinesi ile,
İtalyan malı expresso kahvesini pişirerek,
Pişirdiği kahveyi Tayvan malı bir fincana katması,
Kahvenin yanına Küba üretimi purosunu,
Amerika yapımı bir çakmakla yakarak,
Çin malı bir kültablasına koyması,
Bu anı ölümsüzleştirmek için,
Japon malı dijital makinesi ile fotografını çekmesidir.

Nasıl bir dünyada yaşıyoruz, çözebilene aşk olsun.

Baklava desenli forma

Ben daha bir şey demiyorum.
Yaratcılıkta sınır tanımayan insanlar var.
Süper gerçekten. :)

En duygusal yemek: İçli Köfte


Sebebini düşündüm bir karara vardım nihayet. Acaba neden içli köfte demişler buna diye. Elbette dışının ayrı içinin ayrı hazırlanıp daha sonra ikisinin bir araya gelmesi en temel sebep. Ama biraz daha düşününce bir sebebi daha olduğunu anlamak hiç de zor değil.

Bu yemek bir kere hata götürmeyen, pür dikkat hazırlanması gereken bir yemek. Hem içini hazırlarken, hem dışını hazırlarken hem de pişirirken azami dikkat göstermek gerek. Adı üzerinde içili köfte olduğu için sonradan bir müdahele etmek söz konusu değil. İçini hazırlayıp da hamuruna yerleştirdiğin zaman artık herşey orada kalmak zorunda. Ne tuz ekleyebilirsin ne baharat. Hamura girmiştir artık. Hüner o ana gelinceye kadar dikkatli olmak ve hata yapmamaktır. Piştikten sonra tek yapılması gereken biraz dinlendirmek ve üzerine limon sıkıp afiyetle yemektir.

Dış hamuru da içi kadar önemli bu yemeğin. Formülü tam bilmiyorsan, unu yada irmiği yeteri kadar koymuyorsan, hatta bazıları da yumurta koyar daha güzel tutsun diye; köfteler oluşmaya başladığı andan itibaren olup olmadığını anlayabilirsin. Hamur yapısı yeteri kadar elastik ve kıvamlı değilse, içini koyduğun zaman dış duvar parçalanmaya başlar, yer yer yağ dışına çıkar. Zaten pişerken faciaya dönüşür köfteler. İçli köfte değil, sulu pilav yersin mazallah.

Suyuna bir miktar tuz ve limon koymak gerekir. Hatta limon tuzu daha kolay bir çözümdür. Köfteler pişip de yüzeye yükselmeye başladığı anda insanın içini huzur kaplar. Oldu bu dersin. Ama köfteler çatlamaya ve hatta parçalanmaya başlarsa işte o zaman tarifi imkansız bir mutsuzluk kaplar insanın içini. İşte o zaman anlarsın neden içli köfte denildiğini. Bir kaç saat uğraşıp ne yollar kat etmişsinsir, ama köfteler dağılmaya başlamıştır. Kıymayı kavur, soğanı doğra, hamurunu yoğur, bekle, sonra tek tek köfteleri oyup harcını yerleştir, su almayacak şekilde kapatacağım diye canın çıksın; sonra köfteler çatlasın, parçalasın. Olacak iş değil vallahi.

Bu yüzden dikkatli olmakta fayda var. Size sesleniyorum ey boğazına düşkün bekarlar. Hele özellikle boğa burcu erkekleri. Sınırlı kaynaklarla bastırmaya çalıştığınız sınırsız yemek yeme duygularınızın ya önüne geçin, yada yapacaksanız adam gibi yapın. İnanın ki mutlu sona ulaştığınız zaman içli değil, dünyanın en mutlu köftesi olur onlar.

16.08.2009

Tarihe tanıklık edin


Usain Bolt: 100 mt Dünya rekoru 9.58

3.08.2009

Galatasaray Sözlük


Genel Sıralama
Aralık'08 20
Ocak'09 17
Şubat'09 11
Mart'09 11
Nisan'09 10
Mayıs'09 8
Haziran'09 9
Temmuz'09 9


İnternet üzerinden yayın yapan 60 dan fazla interaktif sözlük arasında yapılan sıralama.

Kaynak: http://www.internetnokta.com

2.08.2009

Zizou'nun ziyaretleri





Ülkesinde öyle seviliyor ki Zizou... Her gittiği yerde krallar gibi ağırlanıyor, devlet başkanlarının görmediği ilgiyi görüyor. Havalimanına inişiyle beraber bir heyecan sarıyor tüm ülkeyi. Nasıl ki her yeni transferde bizim taraftarımız koşuyorsa dış hatlar kapısına, burada da durum farklı değil. Zidane ne zaman gelse Cezayir'e, hep aynı coşku hep aynı heyecan. Futbolu, özellikle de Zidane'ı bu denli seven onca insan varken kesinlikle sırtı yere gelmez bu adamın. Farklı farklı sebeplerle geldiği oluyor Cezayir'e. Bazen resmi törenler, bazen açılışlar, bazen reklam filmleri bazen de özlem duygusu getiriyor sanırım onu bu topraklara. Ama emin olduğum bir şey var, hala futboldan ve Cezayir'den ekmeğini çıkarıyor. Zaten bu konuya daha önce de değinmiştim.

Bu ülkede sevilen çok adam yok. Ama sevdikleri zaman da taparcasına seviyorlar. Mesela Devlet başkanı Abdelaziz Boutaflika. 4 dönemde de seçildi ve 1999 yılından beri ülkenin Başbakanı. Ömrü vefa ettiği sürece de devam edecek gibi görünüyor. Son seçimlerde %80 civarında oy alması bunun bir göstergesi. Sorsan büyük bir kesim memnun değil ama yine de memnun olan olmayan herkes oy veriyor.


Zizou'nun son ziyaretlerinden birisinde bir araya geldi bu iki isim. Ve bu büyük buluşmada onurlandırıldı Zidane. Bizdeki üstün hizmet ödülü gibi bir ödül verildi sanırım. Zidane onuruna yemekler, resepsiyonlar, çeşitli geziler, açılışlar, ziyaretler vs.vs.

Tam bir halk kahramanı aslında. Nerden geldiğini ve ne olduğunu unutmayan bir adam Zidane. Bunu da zaman zaman göz önüne sermekten çekinmiyor. Yaptığı gezilerde halkıyla bir araya geliyor, çocuklarla top koşturuyor. Ülkede futbolun sevilme nedenlerinin başında bu adamın başarıları var kuşkusuz. Zidane sayesinde öyle bir noktaya gelmiş ki futbol, iş bıraktırıyor insanlara. Şaka falan değil ha ciddi ciddi iş bırakma sebebi bu ülkede futbol.

Dünya kupası eleme grubunda Cezayir ve Mısır karşı karşıya geldi geçtiğimiz günlerde. (aha burada:http://sozluk.sourtimes.org) Orada yazdığım zaman da belirtmiştim. Mısır maçının akşam saatlerinde olması ve hafta içine denk gelmesi (burada pazar günleri tatil değil) ve çalıştığım işyerinde mesainin 7/24 devam ediyor olmasından dolayı, bolca devamsızlık yapılacaı endişesiyle o gece çalışacak olan vardiya iptal edildi. Ve bu kararın uygulanmasını sağlayan da bizim patron. Böyle bir patronum olduğu için sevinmeyli miyim, şaşırmalı mıyım bilemedim açıkçası.

Cezayir'deki futbol sevgisinin ne noktalara geldiğini bir nebze anlatabilmişimdir umarım. Ve bu sevgideki en büyük payın sahibi de malum. Emin olun ki Zidane her Cezayir'e geldiğinde bu sevgi giderek artıyor. Aynı duygular diğer oyuncular için bu kadar geçerli değil.



31.07.2009

TRT Spor


Türkiye radyo televizyon kurumundan beklenen yeni kanal.

Hali hazırda böyle bir kanal yok sanırım, ama olmaması için de bir sebep yok. Her alanda faaliyet gösteren birçok kanalın arasında eksikliği hissedilen bir kanal bence. TRT'nin son zamanlarda farklı dillere yönelik yeni açılımları oldu. Hazır bir ivme kazanmışken bir de bunu gerçekleştirirlerse vazgeçilmez kanalım olur kendisi.

Çeşitli müzik tarazlarını her kanalda bulmak zor bir iş değil. Ama çoğu kimsenin bihaber olduğu türküleri, sanat müziği eserlerini zaman zaman severek dinlerim TRT kanallarından. trt2 olsun, trt3 olsun bazen harika işler yapmaktadır.

Dille ilgili, tarihle ilgili birçok program ve belgesel sunulur bazen TRT kanallarında. Bunların da önemli bir seyirci kitlesi var eminim.

Spor konusunda ise gerçekten güzel işler yapıyor TRT. Hafta sonları maçlar devam ederken yapılan programlar, maç özetlerini birçok kanaldan önce vermeleri ise zaten ayrı bir güzellik. Bir de 2. ligle ilgili programlar var mesela. Spor kanalı için alt yapısı en müsait kanalların başında geliyor benim için tre. Zaten objektifliğine güvenim sonsuzdur. Yalan yanlış haber yapmazlar. Saçma sapan adamlar çıkarıp konuşturmazlar. Her zaman olması gereken seviyededir programları.

Olimpiyatlar olsun, sporun farklı dalları olsun her zaman yer alır TRT'de. Zaten kuruluş misyonu da bunu gerektirir. Devlet kanalı olması ve her kesime hitap etmesi gerekliliği temeli yatar altında. Hiç bir kanalda kayak şampiyonasını göremezsiniz. Yada su topu, su balesi veya ne bileyim okçuluk turnuvası. Ama zaman zaman TRT'de bütün bu sporlara ait yarışmalar ve özet görüntüler yer alırlar.

Benim istediğim ve birçok kişinin de beklediği bir kanal aslında TRT spor. Mevcut TRT kanalları içerisinde yapılan bütün spor programları tek bir kanalda toplansa zaten yayın akışı sürekli dolu kalır. Böyle bir kanalın açılması durumunda zaten birçok yeniliği ve yeni programları da beraberinde getirecektir eminim.

Bu konuda her hangi bir girişim yada proje var mı bilmiyorum, sadece benim mi aklıma geldi diye de sormadan edemiyorum.

Bir zaman tshirt de tasarlamıştım

Bir zamanlar galatasaray resmi sitesinde açılan yarışma için hazırladığım tasarımdı bu. Fena da değildi aslında. Çok da hoşuma gitmişti ama olmadı (ühühüü). Şakası bir yana kazanan tasarım hiç hoşuma gitmemişti. Nasıl birinci oldu anlamadım. Sanırım reklamı iyi yaptılar zamanında. Şimdi bir yarışma daha olsa ve ben de reklamımı blogdan ve galatasaraysözlük üzerinden yapsam kafaya oynarım. Oynarım di mi? peh...

30.07.2009

En kısa isimli Brezilyalı: Elano Blumer


Galatasaray.Org resmen ömür törpüsüdür. Bu gece bunu yeniden anladık. Gecenin bir vakti açıkladığı transfer bombalarına iyice alıştık. Neyse ki sonu güzel oluyor da uykusuz gecelere değiyor çoğu zaman.

Galatasaray'ın Lincoln ile bile dolduramadığı yıldız oyuncu eksiği bu sefer doldu gibi görünüyor. Lincoln ile alakalı daha önce yazdık çizdik, malum. Ama duran topları ne denli psikopat kullanıdığını bilmeyenler varsa mutlaka izlesin bu adamı. Yada az bekleyin zaten göreceğiz hep beraber.

Bana göre bu sene yapılan en büyük transferdir. Geriye bir tek mevki kaldı transfer ihtiyacımız olan. Onu da 5 yaşındaki çocuğa bile sorsanız söyler, burdan yazıp da ukelalık yapmanın alemi yok değil mi gece gece. :))




bonus:

Image and video hosting by TinyPic

29.07.2009

Buna Yorum da gelecek

28.07.2009

Çözüm sizsiniz

Yasaklar her zaman delinmek için var.
Ya ne sandınız ki?

27.07.2009

Endüstriyel dedikçe üzerimize geliyorlar



Nihayet 2009-2010 formalarının lansmanı yapıldı. Yapılmaz olaydı. Daha önce de söyledim ama bu formalara para verip almaya gönlüm razı olmuyor. Zaten Adidas bu forma tasarımı konusunda oldukça sıkıntılı ve başarısız bir firma bizim için. Bir de bizim şu reklam olayını abartmamız ve nerden geldiği belirsiz mor formamız, iyice suyunu çıkardı bu sezon için.

Başlayalım parçalıdan; ince bir ayrıntı ama parçalı formada sol göğüs kırmızı, sağ göğüs kısmı da sarı olması gerekirken tam tersi bir tasarım sunuldu bu akşam. Bu işte bir kasıt varsa amacı ne çözebilene aşk olsun. Yok yanlışlık yapıldı ise, yuh artık derim sadece.

Beyaz forma o kadar basit kalmış ki, sadece Türk Telekom yazısı dikkat çekiyor formada. Bildiğin bembeyaz bu, kırmızı nerde sarı nerde diye sorasım geliyor.

Yılın bombası ise mor forma. Hadi geçen sene turuncuyu yedik. Sarıyla kırmızının karışımı dedik en kötü ihtimalle. Ha bir de üst üste bir kaç maça bu formayla çıkıp kazanınca maçları, sesi çıkmaz oldu kimsenin. Uğurlu falan dedik, Hollanda milli takımını anımsadık falan derken öyle geldi geçti.

Ama kimse kusura bakmasın bu mor formayı kabul etmemiz beklenmesin. Şimdi tribünde binlerce taraftar arasında saçma sapan kombinasyonlar çıkacak. Sarı-kırmız-beyaz-mor-siyah-turuncu... Renk cümbüşüne bak, panayıra dönecek son sezonunda Ali Sami Yen. Kemikleri sızlayacak vallahi ecdadın.

Hadi bu formayı yaptınız, anlamadık da bir şekilde yutturmaya çalışacaksınız; Arda'yı kullanıp duygu sömürüsü yapmanın alemi ne? Elinde zaten beyaz ve parçalı formaları bulunanların bir çoğu farklı olsun diye mor formadan da alacaklardır. Maksadı kulübe katkı sağlamak olan bir çok taraftar rengine bakmaksızın alacaktır bu formaları. Ama işin altıda biraz çakallık var tabi. Taraftarın Arda'ya olan sevgisini bilen cin fikirli büyüklerimiz, lansmanı Arda'ya yaptırmakta hiç bir mahsur görmediler anlaşılan. Yemedik ama yedik sayın, napalım...

Ha bir de bu kadar basit bir font kullanılarak yazılan "Türk Telekom" reklamı da cabası olmuş formaların. Hiç mi göz-nizam yok Allah aşkına?

Turuncu formanın gözünü seveyim bu mor formanın yanında... Hiç değilse bu sene farklı bir tasarımla yeniden önümüze getirilebilirdi. Hazır Rijkaard da varken, turuncu-portakal falan hesabı... Bunu da mı biz söyleyelim yahu?

Küçük fanatik

23.07.2009

Deco misali gönlüm

Galatasaray hope Frank Rijkaard can lure Deco to Turkey

Galatasaray, the Turkish club, have launched an ambitious bid to lure Deco from Chelsea.

The portugal midfield player saw a proposed move to Inter Milan fall through last week and may be tempted by a reunion with Frank Rijkaard, the Galatasaray coach, who managed him at Barcelona, but personal terms may prove a serious obstacle.

http://www.timesonline.co.uk/...ticle6723866.ece

16.07.2009

Adamsın


"Benim kaptanlığım fikir alışverişi ve yönetim-futbolcu ilişkisini sağlamak üzerinedir.
Galatasaray Leeds United ile yarı final oynarken,
saha kenarında bir gazoz kutusu üzerinde Harry Kewell'ı izliyordum.
Şimdi onlara kaptanlık yapacak değilim."

Arda Turan - 2009

Yeni yıkanmış arabanın camını açan zevzek



Hepimizin vardır böyle arkadaşı, kardeşi yada bir tanıdığı.

Ya belli işte arabanın yeni yıkandığı, bir dur yada bir sor önce. Ne oldu yani arabaya biner binmez camı açtın da? Arabaya binmeden önce gördün muhtemelen, araba ışıl ışıl. Hadi onu fark etmedin, bindiğinde tüm döşemeler yepyeni, ön göğüste en ufak bir toz bile yok, camlar öyle temiz ki cam olduğu bile belli değil arabanın içerisinde. Ya gözün görmüyor da burnunda mı nefes almaz be adam. Mis gibi parfüm kokusu dolmuş içeriye işte. Onu geçtim, ayağının altındaki karton paspası da mı görmedin üzerine basarken. Bilmem ne oto yıkama diye kocaman puntolarla bastırmış adam. Yuhh yani sana, harbiden ohaa..

Gerçekten de insanı sinir eder bu zevzek herif. Arabanı yeni almışsın oto yıkamadan, sağ olsun arabayı kenara çekip anahtarı veren genç tembih de etmiştir:

- Abi bi kaç saat açma camları, iz yapmasın.
- Tamam canım sağol, al bakalım şunu da…

Sonra gidersin arkadaşların yanına, oturursun kafeye, gırgır şamata. Ortam değiştirmek gerekir bazen, yada arabayla iki tur atalım hava da serinledi hazır, piyasa yapalım. Çıkarsınız ortamdan, arabaya doğru giderken bir an aklınızdan çıkar arkadaşınızı uyarmak. Oğlum bak açma camları iz yapmasın diye.

Binersiniz arabaya, vızzzzttttt… Aha açtı yavşak camı.

- Napıyon oğlum?
- Camı açtım abi görmüyor musun?
- Ya oğlum ben de ondan diyorum ya!
- Sıcak abi, açmayalım mı?
- Abicim iki dakika duramadın dimi? Açacaz klimayı..
- Anaaa, ıslak bu..
- Ya var ya, ben sana bişi demiyorum, yeminle…

Noldu şimdi? Açtın da ne geçti eline hay yavşak. Oğlum senden arabayı mı esirgedik bugüne kadar, klimayı mı? Hele iki dakika sabretsen serinleyeceksin.

Hadi bunu arkadaş yaptı iyi, ne ala; kızar söversin küsmez de nasıl olsa. Peki ya anne, baba, sevgili falansa ne olacak? Direkt olarak iç sesle girilen muhabbete kayacak olay. Kendinle hesaplaşacaksın bir an. Dışarıya belli etmesen de baskı altında geçecek önündeki dakikalar. Arada gözün kayacak cama, sinirleneceksin durup dururken…

- Aşkım noldu gelen mi var arkadan?
- Yok bitanem, hayırdır?
- Ne bileyim, yan aynaya bakıp duruyorsun da…
- Yok aşkım bir şey.
- Aaa, bugün arabayı yıkamaya vermemiş miydin sen? Su izi var hep buralarda.
- Hııı hııı, evet…

Fark ettim de bu resmen umut sarıkaya tipi mutsuzluk tanımlarına uyan bir örnek.

15.07.2009

Karaman'ın ÖSS Başarısına dair


Sonsuz mesuliyet duygusu ile çalışmak insana huzur verir
Yılmaz Babaoğlu

İşadamı destek verdi, işçi çocukları ÖSS şampiyonu oldu

"Her Şey Seninle Başlar..." Çaresizliğin kader değil öğrenilmiş bir süreç olduğunu ve her insanın başarılı olmanın yolunu bulabileceğini anlatan Mümin Sekman'ın bu kitabı, ÖSS'de son dört yılda adını şampiyonlar listesine yazdıran Karaman'ın başarısının ilham kaynağı oldu. Bu kitabı çok beğenen bir öğretmenin Bifa bisküvilerinin sahiplerinden Necati Babaoğlu'na tavsiye etmesiyle Karaman'ın eğitimdeki makus talihi de değişti. 226 bin nüfuslu bu yoksul il, Bifa, Milli Eğitim ve valiliğin el ele vermesiyle eğitimde adeta bir devrime imza attı. Bu yılki ÖSS'de de Karaman, sayısal 1'de birinci, eşit ağırlıkta ikinci, sözel 1'de ise dördüncü sırada yerini aldı.

'Her Şey Seninle Başlar' kitabı ilham verdi

Karaman ÖSS'de geçen üç yılda olduğu gibi yine genel başarıda İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Bursa gibi Türkiye'nin zengin illerini geçerek adını gurur tablosuna yazdırdı. 226 bin nüfuslu bu işçi kentinin eğitimdeki başarısının hikayesi ise adeta tüm Türkiye için örnek. Eğitim düzeyi oldukça düşük olan Karaman'da her şey, Mümin Sekman'ın "Her Şey Seninle Başlar" adlı kitabının Türkiye'nin en köklü sanayi kuruluşlarından olan Bifa'nın sahiplerinden Necati Babaoğlu'nun eline geçmesiyle başlar. Bir gün tanıdığı bir öğretmen kitabı Babaoğlu'na armağan eder. Kitap insanın öğrenilmiş çaresizliğin esiri haline gelmesini ve bundan başarılı olarak nasıl kurtulunması gerektiğini anlatır. Necati Babaoğlu kitabı okur okumaz kararını verir. Babası Yılmaz Babaoğlu'nun binbir zorlukla kurduğu, nice krizlerde ayakta tuttuğu ve bir sanayi devi haline getirdiği Bifa bisküvilerinin sosyal sorumluluktaki yeni rotası, Karaman'ın eğitimdeki makus talihini aşmasına yardım etmektir.

Yılmaz Babaoğlu bu fikrini İl Milli Eğitim Müdürü ve valilikle de paylaşarak Türkiye'nin en önemli eğitim projesine başlar. Karaman'da yaşayan her öğrenciye bedava kitap dağıtılacaktır. İlk seçim Mümin Sekman'ın kitabıdır. Tam beş yıl boyunca milli eğitim müdürü, vali ve Babaoğlu kol kola köylere kadar dolaşarak yılda 25 bin kitabı öğrencilere ücretsiz olarak verir. Babaoğlu, kitap verdiği her öğrenciden de bir söz alır: ÖSS'de başarılı olmak.

Bürokrat istikrarlı olunca projeler hayata geçti

İl Milli Eğitim Müdürü Sabahaddin Altun, Bifa'nın çabalarına en büyük desteği verenlerdendir. Sürgün edilmeden, siyasi kaygılar güdülerek tayini çıkmadan koltuğunda 5 yıldır oturmayı başaran nadir bürokratlardan birisi olan Altun, eğitimle ilgili kafasındaki projeleri de zamana yayarak hayata geçirme şansı bulur. Bifa'nın dağıttığı kitapların faydalı olabilmesi için okullarda ders başlamadan ilk 25 dakikayı "okuma zamanı" olarak ilan eder. Böylece öğrenciler sınav, ders, not kaygısı gütmeden ilkokuldan başlayarak her gün 25 dakikalarını okumaya ayırır.

Babaoğlu, bedava kitap dağıtmakla eğitimde sorunların çözülmeyeceğini bilir. Zira, Karaman'ın yoksul işçi ailelerinin çocuklarının kurtuluşu için önlerindeki tek seçenek eğitimdir. Bu nedenle Bifa'nın sosyal sorumluluk projesi kurumsallaşmak ve daha da önemlisi şirketin bir girişimi olmaktan çıkıp Karaman'ın eğitim projesine dönüşmek zorundadır. Babaoğlu derhal okul yatırımlarına başlar. Önce Bifa 1 İlköğretim Okulu'nu yaptırır. Ardından Yılmaz Babaoğlu İlköğretim Okulu ve Bifa Lisesi'ni kısa sürede bitirir ve hepsini tüm ihtiyaçları karşılanmış olarak Milli Eğitim Bakanlığı'na devreder. Ayrıca Özel Babaoğlu İlköğretim Okulu ve Özel Uğur Dershaneleri'ni kurarak bir yandan kendi eğitim yatırımlarına da girişir. Babaoğlu, eğitim yatırımlarının sonuçlarını bir süre sonra ÖSS'de il bazında Karaman'ın başarıyı yakalamasıyla almaya başlar. 5 yıl gibi kısa bir sürede Türkiye'nin ilk üç ili arasına girmenin getirdiği keyifle eğitim konusunda yeni projeler geliştirir. Bu sefer hedef aileleri de işin içine katmaktır. Bu doğrultuda ilde her yıl eğitim seminerleri düzenlemek için bir çalışma planı oluşturur. İlk semineri verecek kişi ise, tüm bu eğitim hamlesinin ilham kaynağı olan "Her Şey Seninle Başlar" kitabının yazarı Mümin Sekman'dır. Seminerin başarısı üzerine Babaoğlu bizzat İstanbul ve Ankara'ya giderek eğitim konusunda seminer verecek kişileri Karaman'a getirir.

İşte 5 yıl önce bir hayal gibi başlayan eğitim devriminin sonucu dün yine somut olarak alındı. Karaman, ÖSS sonuçlarına göre iller bazından yine gurur tablosunda üst sıralarda. Sayısal 1'de birinci, Eşit Ağırlıkta ikinci, Sözel 1'de ise dördüncü oldu. Kitap dağıttığı öğrencilerin verdikleri başarı sözünü tutmalarından dolayı son derece memnun olan Bifa'nın sahibi Yılmaz Babaoğlu ise ÖSS sonuçları karşısında tek cümlelik bir yorum yapıyor: "Gurur duyuyorum."


KARA TAVADAN BİSKÜVİ FABRİKASI ÇIKARDI

1936'da Karaman'da doğan Yılmaz Babaoğlu, okulu bitirdikten sonra babası Osman Bey'le birlikte kabzımallık yaparak çocuk denecek yaşta iş hayatına atıldı. Buradan elde ettiği birikimle 1960'lı yıllarda çok ortaklı olarak kurulan Bifa Bisküvi Fabrikası'na ortak olarak girdi. İlerleyen yıllarda işin başına yönetici ortak geçen Yılmaz Babaoğlu, cesur girişimleriyle kara tavalarda bisküvi üretimi yapan küçük bir işletmeyi modern ve çağdaş bir fabrikaya dönüştürdü. İş yaşamında Karaman'a yatırım yapmayı ilke edinen ve bundan asla vazgeçmeyen Yılmaz Babaoğlu, Bifa Bisküvi'den başka Bifa Oluklu Mukavva, Bifa Un ve Gıda ile Babaoğlu Yem ve Tavukçuluk'u da kurarak yaklaşık 1500 kişiye iş imkanı sağladı. Bifa, eğitim ve spor alanında da ciddi yatırımlar yapıyor.

İŞÇİ KENTİ KARAMAN'IN EĞİTİM DIŞINDA İMKANI YOK

Bifa'nın çabaları ilde eğitim alanında ciddi bir rekabete de vesile oldu. Tam 11 dersane açıldı. Ancak diğer illerden farklı olarak Karaman'da dersaneler okullarla rekabete girmek yerine, onların tamamlayıcı bir parçası gibi hareket ediyor. Nitekim ilin en büyük dersanelerinden Sabah Dersanesi'nin yöneticilerinden Ümit Şaştım, "Karaman'da veli-okul-dersane işbirliğini kurduk. Üç aktör de ortak hareket ediyor. Üstelik amaç sadece ÖSS değil. Eğitim kalitesi" diyor. Birlikte projeler ürettiklerini ve dersane öğretmenlerinin saat kaç olursa olsun rahatlıkla velilerin evlerine giderek öğrencilere yardımcı olduklarını belirtiyor. ÖSS'deki başarının ardında da bu işbirliğinin yattığını ifade eden Şaştım'ın şu değerlendirmesi, Karaman'ın "çaresizliğini" nasıl başarıya dönüştürmek zorunda olduğunu da özetliyor: "Karaman zengin bir yer değil. İşçi kenti. Kimsenin eğitim dışında başka çaresi yok. Bu nedenle eğitime yapılan her yatırım karşılığını buluyor." Bifa'nın sahibi olduğu Uğur Dersanesi'nin yöneticilerinden Ali Konukseven ise Karaman'ın maddi durumunu düşünerek fiyatları mümkün olduğunca düşük tuttuklarını belirtiyor. Konukseven, "Başka illerdeki dersaneciler bize şaşırıyor. Bu fiyata dersane işler mi diyorlar.

TBMM, BABAOĞLU'NA BUGÜN ÜSTÜN HİZMET ÖDÜLÜ VERECEK

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) her yıl verdiği onur ve üstün hizmet ödüllerinden birisine 2009 yılı için Bifa'nın kurucusu Yılmaz Babaoılu da layık görüldü. Ödül bugün Meclis'te yapılacak törenle TBMM Başkanı Köksal Toptan tarafından takdim edilecek.

İŞTE KARAMAN'IN ÖSS KARNESİ

* 2006'da Karaman ÖSS'de en başarı iller sıralamasında 28. sırada yer aldı.
* 2007'de üniversiteye en çok öğrenci gönderen 4. il oldu. Eşit ağırlıkta Türkiye ikincisini, sözel ağırlıkta üçüncüsünü, sayısal ağırlıkta ise beşincisini çıkardı.
* 2008'de sayısal ağırlıklı puanda 5. il, eşit ağırlıklı ve sözel puanda 6. il oldu. 145 ve üstünde puan alanların yüzdesine göre ise Karaman Türkiye şampiyonu oldu.
* 2009'da sayısal 1'e göre birinci, eşit ağırlıklı puana göre 2., sözel 1'e göre ise 4. sırada yer aldı.

http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=125945

200

Az mı çok mu tam bilemedim.
İyi kötü emek verilerek yazılmış 200 post.
Tam gaz devam, görüşürüz...

.

14.07.2009

Komutan Logar ve Cassio Lincoln



Filmi en son izleyenlerdenim. Cem Yılmaz'ı seven birisi olarak filmi beğendiğimi söyleyebilirim. Ama Cem Yılmaz'ı ve daha önce yaptığı işleri seviyor olmam, objektif olmama engelse orasına da karışmam. Çıksın yapsın o zaman başkaları da, izleyelim. Bir şeyi eleştirirken kuru kuru, öküzlemesine eleştirmek kadar komik bir şey yoktur. Beğenilmeyi eleştirilmeyi kendisi de seviyor Cem Yılmaz. Hatta diyor ya gösterinin birisinde, "hiç kimseye zorla bir şeyi sevdiremezsin, hele filmi hiç. Adam ışık der ses der, şunu beğenmedim bunu beğenmedim der bir bahane bulur." Bulur gerçekten de, milyon dolarlık proje bile olsa eleştiren kişinin umrunda değildir. Diyor ya hani, "Böyle uzaylı olur mu?" yada "Hamam filmini izledim ama Türk neden alttaydı?" bakış açısı çok önemli işte...

Arog ve Gora tamamen bilim-kuguya dayalı, en son teknoloji ile trilyonlar harcanmış projeler değil. Sanayide yapılma uçan daireyle uzaya, uzaylıya farklı bir bakış, Türk milletinin karakteristik özelliklerinin teknolojiyle, uzaylıyla sentezi. Her iki filmi de beğenmenin basit yöntemlerinden birisi, acaba o sahnede ben olsam aynı şeyi söyler miyidim? aynı tepkiyi verir miydim? gibi yaklaşmaktır. Gerçekten de bazı sahneler var ki ahaha, ben olsam ben de aynı repliği kullanırdım diyor insan. Yada harbiden ya çok doğru nasıl gelmiş aklına, vay yavşak vay... diyor insan. Kendi tabiri ile beğenilme bir yerden sonra küfre kadar gidebiliyor, biz bu kadarla yetinelim.





İşte nerden aklına geldi yahu dediğim sahnelerden birisi. Aylar önce "Mahalle Maçıları" adı altında yazdığımız yazıda maçın ilk kurallarından birisidir bu hareket. Postun tarihi biraz ileri ama, ojianli ilk olarak galatasaraysozluk'de yayınlanmıştı. Sonra çıkıp demeyin yani filmle post yakın tarihler diye. :)

Mahalle maçlarında bizim yanımızada bozuk para bulunmazdı. Ya gerçekten paramız olmadığından, yada düşmesin diye yanımıza almadığımızdan. İşte bu yüzden top-kale seçimini belirleyecek olan para atışı yerine yaş mı kuru mu atışı yapılırdı. "Taşa tükürme" diye de tabir edilen bu olay meğersem bir milyon yıldır varmış.




Rıdvan Dilmen'in efsane repliği ise maçın ve filmin son saniyelerinde güldürüyor. Arif'in yerden 5 metre yükselip de o mesafeden yaptığı yarım vole tarzı vuruşu kaçırması beklenemezdi zaten.

Filmden en çok sevdiğim sahnelerden birisi de Komutan Logar'ın Arif ile yer değiştirdiği son sahne. Komutan Logar'ın bir milyon yıl öncesine gidişi ve artık paralel evrende yaşayacak olması. Gerçi çok falza da yaşadığı söylenemez ama olsun. En azından orada olduğu bilmek sevindirici. Peki neden mi seviyorum bu sahneyi? Komutan Logar'ı Cassio Lincoln'e benzettiğim için olabilir mi acaba?

Uzun zamandır Lincoln ile ilgili yazmayı düşünüyordum, kısmet Arog'u izledikten sonra yazmakmış. Git dostum, ne olursun git, kendinen nefret ettirmeden git... Çok sevdik ulan seni suç mu? Yapmadık kapris, etmedik hata bırakmadın ama yine de savunduk seni hep. Geldiğin sezon oynadığın bir kaç maç ile gönüllerimizde taht kurdun önce. Sonra devre arasında koydun gittin, gelir dedik. Biz onu sevdik, bize dönecek tekrar dedik. İkinci yarısında yattın resmen koca sezonun, olsun dedik; ilk senesi daha, alışacak yine coşturacak bizi dedik. Çok da yanılmadık aslında, bu sezonun başında yine gönüllerimiz fethettin. Yaptığın asistlerle attığın gollerle ilk yarının en başarılı futbolcusu oldun. Ta ki Efsane Kaptan Bülent gelinceye kadar. Aslında ben Bülent hakkında da hiç yorum yapmadım. Sadece ilk geldiği maç ertesinde durun bakalım bu ilk Avrupa sınavı, devamı da var, hem bir de ligde görelim demekle yetindim. En iyi sini yaptığıma inanıyorum. Bende yeri ayrıdır Bülent'in. Ne kızabilirim ona, ne de eleştirebilirim acımasızca. O yüzden Bülent ile ilgili duygularımı bastırmayı tercih ediyorum, iyisiyle kötüsüyle...

Ama Lincoln öyle değil işte. Hani bazı kızlar vardır, peşinden koşturur sizi. Önce aşık eder kendine, sonra kaçıp gider. Gelir kapris yapar, gider naz yapar. Ele avuca sığmaz bir türlü. Arkadaşlarınız ne kadar nasihat etse de, ne diller dökse de, aşık olmuşsunuzdur bir kere. Seversiniz, hatalarını görmezden gelirsiniz. Lincoln de böyle bir kızdır işte. gözü kara sevilen, her yaptığına göz yumulan. Olayın patlak verdiği nokta Bülent ile olan tartışmalarıydı. Lincoln orada oyundan alınmalı mıydı, kalmalı mıydı orası ayrı konu. Ama oyundan çıktıktan sonra o kadar tepki vermenin de lüzumu yoktu. Hele yönetim-futbolcu-teknik direktör arasında yaşanacak olan bir krize yol açmanın bir tarifi ve telafisi olamaz. Zaten bu olaylar zinciri değil miydi bizi bu sene şampiyonluktan koparan? Biz kadar avantajlı ve güçlü bir ekip daha var mıydı ki?

Kızgınız sana Cassio beyimiz. Bu taraftar yine de unuturdu yaptıklarını. Rijkaarda bağrına basardı belki gelseydin. Ama artık çok geç. Biliyorum ki o bonservisi karşılayabilecek bir kulüp bulamayacaksın. Çünkü ederin gerçekten o para değil. Bakma sen o paranın verildiğine. Dedik ya Komutan Logar'a benzettim seni ben bir kere. Sen bize en ihtiyacımız olan zamanda geldin. Bir amiral, bir kahraman, bir kurtarıcı olarak gördük seni. O kadar sevdik ki, Alex&Lincoln mukayeselerinde gözü kapalı seni savunduk. Alex'in Fenerbahçe'ye olan katkısı kadar katkın olmasa da, seni birinci ilan ettik hep. Hatta abartıp seni Hagi ile karşılaştırma cürretinde bulunanlar bile çıktı, gerçi biz onlara hadi ordan dedik ama olsun. Bunu bile düşünenler oldu, o derece sevdik seni.

Arif'e son dakikada hızır gibi yetişen, Gora'ya gitmesi için son şansını sunan Logar gibi sevdik. Arif ka-fa 1500'ü satmıştı ilerisini düşünmeden. Ceku'su da Gora'da doğum yapmayı isteyince, hurdacıya sattığını söyleyemedi kızcağıza. Biz de Hagi'nin yokluğunda sana sarılmayı düşündük. Yeni bir Hagi olur mu dedik sessiz sessiz. Ama bırak Hagi'yi, onun çalınan cep telefonu kadar değerin kalmadı gözümüzde.

İşte bu yüzden istiyorum ki, Logar'ın son sahnede 1.000.000 yıl öncesine gönderildiği gibi sen de git oraya, orda kal. Gelme bir daha...

Git kendinden nefret ettirmeden, n'olur..

Devşirmelere Yanıt: Nevin

1986 Mersin doğumlu, 100 mt engelli yarışlarının yeni yıldızı: Nevin YANIT.

Devşirme değil, Etiyopyalı hiç hiç değil, umarım Süreyya gibi karakteri zayıf da değildir. Sporun her alanında irili ufaklı başarılar yaşar olduk. Bunlardan birisi de defalarca göğsümüzü kabartan, ama sonradan yaşadığı ve yaşattığı olaylarla çoğu kesimin nefretini kazanan Süreyya Ayhan.

Başarı her zaman karakteri değiştirir mi emin değilim ama, Süreyya için böyle olduğu su götürmez bir gerçek. Çoğu kişi bilmez, Karaman Kemal Kaynaş stadınının etrafında özel sentetik bir pist var. Yapımına dönemin Spor Bakanı, Karaman Milletvekili Sayın Fikret Ünlü önayak olmuştu. Epey de maliyetli bir yatırımdı. Fırsatım olursa fotograflarını da çeker yollarım ilk izinde. Neyse efendim, Süreyya Ayhan'ın malum başarılarından sonra Sayın Fikret Ünlü, hem Süreyya için bir antrenman sahası olsun, hem büyükşehirler dışında medyadan uzak rahat bir antrenman dönemi geçirsin, hem de görev aldığıdönemde Karaman'a bir şeyler bırakabilme adına bu pisti yaptırmıştı. Dana önce bahsettiğim Kemal Kaynaş Stadyumunun etrafına yapıldı bu pist. Daha sonra Karamanspor'un amatör kümeye düşmesi ile birlikte maç bile yapılmaz oldu. Etrafındaki özel piste ise, "Süreyya Ayhan Sentetik Pisti" gibi bir isim de verildi ama tam aklımda değil şu an. Eskiden amatör futbol kulüplerinin maçlarının oynandığı dıştaki sahanın yerine de olimpik bir yüzme havuzu yapıldı Fikret Ünlü tarafından. Sanırım bu da çoğu ilde olmayan bir yatırım.


Diyeceğim o ki, Süreyya Ayhan gibi bir sporcunun çıkması, hiç alakası olmayan Karaman'ı bile bu denli etkilemişti. Demek ki futbol dışındaki sporlara biraz daha öenm verilirse, danışmanlık ve eğitmenlik hizmetleri daha yaygınlaştırılırsa nice sporcular çıkaracak bu topraklar. Nevin Yanıt da bunlardan birisi.

2006'da Türkiye Üniversitelerarası Atletizm Şampiyonası ile başladığı porfesyonel spor hayatına 100 metre ve 100 metre engelli yarışlarında birinci olarak adını yazdırdı. Daha sonra yine 2006 da Valencia'da düzenlenen Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda kazanılan 100 metre engelli birinciliği, 2007 Avrupa 23 Yaş Altı Atletizm Şampiyonası 100 metre engelli birinciliği, 2009'da ise Pescara-İtalya'da düzenlenen Akdeniz oyunlarında ve Sırbistan'da düzenlenen Yaz Üniversite Oyunlarında kazanılan 100 metre engelli birincilikleri.

Nevin, hem elinde tuttuğu Türkiye rekoru hem de Olimpiyatlar tarihinde bir kısa mesafe yerışında yarı finale yükselen ilk Türk atlet olması nedeniyle Türk Atletizminin yetiştirdiği en iyi kısa mesafe koşucularından biri sayılıyor.

Halen Fenerbahçe'nin lisanslı sporcusu olan Nevin Yanıt, kendinden çok uzun süre daha bahsettirecek gibi görünüyor. Umarım bu ülke gençlerine sahip çıkılır da, tekrar Elvan gibi devşirme atletlere ihtiyaç kalmaz. Elin Afrikalısına sahip çıkıp anlık başarılar kazanmak yerine, aynı desteği kendi ülkendeki gençlere verirsen, kısa vadede olmasa da uzun vadede başarıların gelmesi kaçınılmaz.

Fenerbahçe'yi Fenerbahçe olarak yazmak

Fenerbahçe'yi Fenerbahçe olarak yazmak öncelikle Türk Dil kurallarının gereğidir. Keza diğerleri içinde aynı durum geçerlidir. Beşiktaş'ı Beşiktaş olarak yazmak, Beşiktaş'a saygı göstermek değildir illa ki. Seversin sevmezsin ayrı mevzu ama eğer kullandığın dile saygın varsa bunu böyle yazmak zorundasın.

İster sanal ortamlarda olsun, ister en sıcak en matrak arkadaş ortamlarında; illa ki karşınızdaki kişiyle girilen futbol muhabbetlerinde arkadaşınızı yada muhattap olduğunuz artık kim ise, kızdırmak iiçin kullanacağınız ilk materyallerden birisi tuttuğu takımın ismidir.

Bazen kelime oyunu, bazen harf oyunu bazen de daha sevisesiz isim tamlamalarıyla gelen atışmalar, zaman zaman hakaret boyutunda çirkinlik gösterebilirler. Öncelikle kendi kulübüme, Galatasarayıma olan sevgi ve saygının gereği olarak "Galatasaray" şeklinde zikredilmesini isterim. Bunu istemem için de aynı saygıyı göstermem gerekir.

Dilni seven, Tükçe'ye biraz olsun saygısı olan kişi, nefret ettiği takım bile olsa, adını düzgün yazsın.

Halı saha maçı ayarlamaya çalışan gencin dramı



Üniversite yıllarında genellikle yaz aylarının akşamlarında yaşanırdı bu sorun. Herkes memlekette, beraber vakit geçirmeler, akşamsefaları, bazen halı saha organizasyonları... Gündüzleri cafe, çay bahçesi vs. mekânlar, akşamları bilardo, kâğıt gibi zaman geçirgeçleriyle uğraşılan saatler.

Neyse efendim olaya dönecek olursak; ne zaman kâğıt oynamaktan sıkılsak mutlaka cin fikirlinin birisi ortaya atılır "hadi olum maç ayarlayalım, saat daha erken" derdi. Tabi bu söylemin saat 22:00 den aşağı ortaya çıktığı görülmemiştir.

x- Bak olum valla ya, gidek..
y- Oğlum geç oldu.
z- Ya kimi bulacaz bu saatte?
x- Bak abi yazıyorum; masada 4 kişiyiz, 4 de sinek etti mi sekiz?
y- Eee?
x- Cava..(yan masaya seslenilir, arkadaşın lakabı Cava..)
Cava: Ne var..?
x- Ortağım maç yapıyoz yazıyım mı sizi de?
Cava: kaç kaç? (saati kastediyor)
y- Aramadık daha, arayalım haber ederiz..
Cava: olur, ortağım..

x- Hacı abi, iyi geceler.(hacı abi halı sahanın sahibi sakallı bir amca)
Hacı: Aleyküm selam gençler, hayırlı geceler.
x- Hacı abi 12-1 boş mu
y- Olum ne 12-1 i, 11-12 yi sorsana?
x- Ya bi sus amk... Yok Hacı abi sana demedim pardon, hacım 11-12 boş mu?
Hacı: Açık sahada var boş yer (yan yana iki saha var birisinin üzeri kapalı değil o zamanlar)
x- Olum açık saha var onu alıyım mı 11-12?
z- Yok olum geçen de götümüz dondu, oynamam ben amk...
s: Ya olum bişi olmaz işte gidelim..

...bla bla bla...

11-12 açık saha alınır, yan masa teklifi kabul etmiştir. Ama toplamda 12 kişi vardır. Saha boyutlarına göre genelde 7-7 oynandığı için geçmişteki maçlar, 6 ya 6 zorlu geçer diye tahmin edilir ve 2 adam daha bulmaya gelir sıra... Derken öyle yada böyle bir kişi daha bulunur. Sıra son adama gelmiştir. Bütün olasılıklar denendiği halde hala bir kişi eksiktir.

x: Sabri’yi arayalım

[ evet Sabri diye bir arkadaşımız vardı, Sabri Sarıoğlu'ndan eksik kalmasın, çok severdik, Galatasaraylıydı. iri kıyım ve oldukça dengesiz olduğu için, genelde oynadığı maçlarda bir kaç sakat çıkarırdı sahadan, bildiğin kasap yani.. Ama çok iyi niyetli, temiz kalpli ve saf bir arkadaşımız olduğu için yine de severdik kendisini]

y: Ara hemen...
x: Alo..
Sabri: Efendim.
x: Ortağım nerdesin bekliyoz..
Sabri: Hayırdır?
x: Oğlum maç var ya..
Sabri: Ne maçı haberim yok..
x: Oğlum haber vermediler mi sana?
Sabri: yok arayan olmadı valla.

arkaya dönerek;

x: Ahmeetttt, hani Sabri’yi arayacaktın olum adama neden haber vermedin?
[gülüşmeler]

Sabri: Sorun değil kardeşim, siz beni alın geçerken.
x: Tamam Sabrim, geliyoz yarım saate.
Sabri: görüşürüz...

Evet genelde son adam bu şekilde bulunurdu ve genellikle aynı kişi olurdu. 2-3 arabaya dağılarak hızla bütün evlere gidilir, üst baş alınır ve halı sahanın yolu tutulur. Tabi çekilen bu zahmetler ve koşturmacalar, maç başladığı andan itibaren yerini heyecanlı bir 60 dakikaya bırakır.

13.07.2009

Widzew Ultras




Widzew Łódź. Polonyanın en ateşli taraftarına sahip takımlarından birisi. Tam adı; Klub Sportowy Widzew Łódź. Polonya ligi olan Ekstraklasa'da 1910'dan beri mücadele ediyorlar. 1981, 1982, 1996 ve 1997 yıllarında 4 kez şampoiyonluğa ulaşmışlar. Maçlarını 10.000 kapasiteli Stadion Widzewa Łódź'da oynuyorlar ve resmi renkleri kırmızı-beyaz-kırmızı.Widzew Ultras ise taraftar gruplarının adı.

Bu takımda benim dikkatimi çeken çok ateşli bir taraftara sahip olmaları ve bazen bu heyecan neticesinde bir benzerini hatta daha beterini Tükiye liginde gördüğümüz tarzda pankartlar açmaları. Önce o pankarta bakalım;



Evet, sanırım size de tanıdık geldi. Gerçi en azından ne yazılıp çizildiği görülebiliyor ama yine de ters bir pankart. Rakip takımları tarafından fotograflanıp, ölümsüzleştirilen bir pankart hem de.