12.01.2011

El-veda




"Göğsüm daralıyor, yüreğim yanıyor.
Olmasaydı sonumuz böyle."

Harbiden olmasaydı ya sonumuz böyle. Aklıma gelmezdi bir gün yıkılacağı ve o zamana kadar maç izleyememiş olacağım. Her ne kadar zerre suçum olmasa da imkânsızı denemediğim için içim buruk. Belki, belki gidebilirdim. Ama olmadı.

İstanbul’dan otobüsle 12 saat uzakta yaşamak sarı-kırmızı aşığı için zordur. Lise bitene kadar zaten gitmem imkânsızdı. Bir umut üniversite yıllarında giderim diye düşündüm çok zaman. Ama gel gör ki yaşadığımı şehirde okumak zorunda kalınca o umut da söndü. Hem de ne sönüş. Çalışmaktan okumaya bile fırsat bulamıyordum. Okuldaki hocalar derslere %20 civarı katılım gösterdiğim halde tanırdı beni ve mezun olduğumda "olum sen bitirdiysen bu okulu herkes bitirir" demişlerdi. 4 yıllık okulu 5 yılda bitirmek gerçekten mucizeydi benim için.

Okul bitip de çalışmaya ara vereceğimi anladığımda takvimler 2004'ü gösteriyordu ve ben "lan olum bir ihtimal daha var, o da askerliği İstanbul’da yapmak mı dersin?" diye türküler söylüyordum kendi halimde. Ama zalım felek sillesini bir kez daha suratıma suratıma vurmuş ve vatani görev için beni Şırnak/Uludere/Gülyazı'ya göndermişti. Adını sanını ilk defa duyduğum bu köy makûs talihimi çevirecek bir kapı değildi. Görev kutsaldı ve umudumu yitirmeyip askerlik sonrasını beklemeye başlamıştım.

Şanslıydım ki askerlik biter bitmez iş bulmuştum. İdeallerimi %100 karşılamasa da sevdiğim bir iş idi muhasebe/finans. Çalıştığım şirketin yan kuruluşunda 7-8 ay çalıştıktan sonra merkeze gelmiştim ve artık İstanbul’da maç izleyebilme umutlarım daha da yeşillenmişti. Evet, çalıştığım şirket doğup büyüdüğüm, üniversiteyi de okuduğum şehirdeydi ama maddi olarak kendimi toparladığım gibi hemen bir maça gidebilirim diye düşünüyordum. Ama işte maddi konular her zaman insanının planladığı gibi gitmiyordu. Babanın emekliliğinin gecikmesi, kardeşin dershanesi vs. derken eve yapılan maddi yardımlar bir türlü kenara birikim yapmaya müsaade etmiyordu.

Ve 2006 senesi geldiğinde olan olmuştu. vinca başını alıp çok uzaklara gitmişti. Yolu da İstanbul’dan geçecekti hatta. ama sadece İstanbul Atatürk Havalimanı'nın dış hatlar terminalinden... Ki zaten haziran ayında istese de maç izleyemezdi. Bavulunu aldı ve hiç tanımadığı, hakkında en ufak bir fikri bile olmayan insanların arasına; Cezayir’e doğru yola koyuldu. Hani Ali Kırca'nın Ali Sami Yen'e veda gecesinde de bahsettiği ülkeye:

"Ülkemin yüzyıllık yalnızlığını yendin dünyada…
Duyuldu adın Cezayir’den Çin’e, Kenya’dan Arjantin’e,
kimsesizliğimizi yendin bir anda… Yen dedi yendin…"

Kafası rahattı aslında, en azından artık maddi konuları kafasına takmayacak, geleceğe dair daha net planlar yapabilecekti. Ama Ali Sami Yen stadı ile olan kaygıları hala devam ediyordu. Ancak yaz aylarında Türkiye’de olabilecekti ve maçları izlemesi imkânsızdı. Bir türlü denk gelmiyordu. 2006, 2007, 2008, 2009, 2010 derken yıllar su gibi geçiyor bir yandan da Aslantepe üzerinde harika bir arena yükseliyordu. Bu stadın yükseldiği her gün biliyordum ki Ali Sami Yen'in ömründen bir gün daha gidiyor. Vakit daralıyordu, durdurulmak istenen zaman mıydı Aslantepe miydi bilmiyordum. Ben dönseydim Türkiye’ye, öyle bitseydi ya inşaat.

Derken takvimler yine değişiyor ve 2011'e giriyorduk. Son maç için geri sayım başlamıştı. Kalbimde buruk bir acı, yüreğimde yas, gözümde yaş televizyon karşısına geçtim. 11 Ocak 2011 benim için unutulmayacak bir gün bundan sonra. Aklımdan çıkmayacak ömrüm boyunca. Kendimi suçlu hissetmeme sebep olacak. Anlattığım imkânlar dâhilinde gidemedim bir türlü mabede. Koklayamadım o havayı. Coşamadım türkülerle!

Ama bir kaç sahne var ki dün geceden aklımda kalan, bütün bunlar kadar üzdü beni. Bir kaç kere birbirine giren, kavga eden taraftarları gösterdi kameralar. Oradan oraya koşturmalar, tehditler, diklenmeler. Derdiniz nedir çözemiyorum ki? Hangi sebep böylesine bir günde ağız tadını bozabilir insanın? Son maçta Ali Sami Yen Stadı’ndasın, şanslısın bilet bulabilmişsin, ömrü hayatında görebileceğin tüm Galatasaray efsaneleri orada. Sen hala kavga hır gür peşindesin. O an orada olmak için yalvaran milyonlarca insan var bu ülkede. Bırak ülkeyi dünyanın dört bir yanında hatta. İşte bu beni hem üzdü hem sinirlendirdi dün gece. Bulunduğu ortamın değerini bile anlayamayan insanlar oradayken ben televizyon başındaydım, üstelik binlerce kilometre uzakta.

Velhasılı vel kelam Ali Sami Yen Stadı benim umutlarımla birlikte tarihteki yerini aldı dün. Bize her sevdadan geriye yine Galatasaray kaldı. Ve benim Galatasaray’ı evinde izleme şansım da artık Türk Telekom Arena'ya kaldı. yolu Galatasaray’dan geçen herkesle bir gün Aslantepe'de görüşmek üzere...

10.01.2011

Transferde borsa muhabbeti ve BJK Fiyaskoları

Siyah-Beyazlı kulübün, İMKB’ye bildirim yaptığı halde transfer etmediği ya da edemediği birçok futbolcu var. Bu durumun ilk örneği Aly Faryd Mondragon’du. Serdar Bilgili yönetimi, Kolombiyalı kaleciyle transfer görüşmelerinin başladığını ve Metz kulübüyle anlaşma sağlandığını açıklamıştı. Ancak Mondragon, Beşiktaş’ın teklifini kabul etmedi. Siyah -Beyazlılar o yıl bonservisi yine Metz’te olan Frederic Meyrieu’nun transferinden de bildirim yaptığı halde vazgeçti.

Beşiktaş, 2002 yılında İMKB’ye gönderdiği açıklamada ünlü kaleci Stipe Pletikosa’nın yanısıra futbolcular Da Silva Ferreira Edilson, Mazzantini ve Waldson ile görüşmeye başladığını açıklamıştı. Ancak bu futbolculardan hiçbiri transfer edilemedi.

Siyah-Beyazlı taraftarları sadece ümitlendirmekle yetinen açıklamalar 2008 yılında adeta tavan yaptı. Beşiktaş, 2008 yılında Tomas Sivok ile birlikte Udinese’de forma giyen Andrea Coda ve Lazio’da oynayan Guglielmo Stendardo’nun alınması için görüşmelere başlandığını bildirmiş ancak bu futbolculardan sadece Tomas Sivok, daha sonra da Tomas Zapotocny alınmıştı.

Aynı yıl siyah beyazlı yönetim Lens’in oyuncusu Adama Coulibaly ve Mattersburg’da forma giyen Cem Atan’ı transfer edemedi.

2008′de taraftarları hem en çok heyecanlandıran hem de şoka uğratan bildirimler ise Bundesliga futbolcularıyla ilgiliydi.

Schalke 04′de forma giyen Brezilyalı savunmacı Marcelo Bordon ve Gürcü Levan Kobiashvili’nin isimlerinin borsaya bildirilmesi geniş yankı uyandırmıştı. Ancak bu iki futbolcu da Beşiktaş’a gelmedi.

Beşiktaşlı taraftarlar Bordon ve Kobiashvili şokunu atlatamadan Siyah-Beyazlı yönetim, Borussia Dortmund’un, Türk milli takımında da forma giyen genç yıldızı Nuri Şahin’le görüştüğünü Borsaya bildirdi. Ancak Nuri Şahin transferi de fiyaskoyla sonuçlandı.

Sadece Beşiktaş camiasını değil tüm futbol kamuoyunu şoke eden olayın kahramanı ise herkesin hatırlayacağı gibi Mehmet Topuz’du.

Beşiktaş, 4 Haziran 2009′da Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) gönderdiği bildirimde Mehmet Topuz ile görüşmelere başladığını bildirmiş, hatta Topuz Beşiktaş formasıyla basına poz vermişti. Ancak transferde kazanan Fenerbahçe olmuştu.