23.04.2009

Severim tatilleri


Bu hareketi yapmazsam çatlardım, benim neyim eksik. :) Kısa bir Türkiye izni, biraz kaçamak biraz tatil. Kafayı toplamak gerek ara ara. Dönünce yazarız artık olan biteni.

18.04.2009

Cezayir Menekşesi - Bayhan

Bayhan'dan beklmediğim derecede güzel bir şarkı.
Olanı biteni zaten yoruma gerek duymaksızın anlatan görüntüler var fonda.
Cezayir'in gerçeği ve güzel bir Bayhan şarkısı...





kanıyor kızılından yıldızlı geceleri,
dalından koparılmış baharın çiçekleri,
vurulmuş sevdasından süngüde filizleri,
boyuyor akdeniz’i cezayir menekşesi...

vurdular ah seni,
ah tak tak, ah tak,
kopardılar ah seni,
ah bir bak, ah bir bak!
kalbinde ah eksik,
ah tik tak, ah tik tak!
yanıyor menekşem, alev alev ağlayarak...

uçuşur rüzgarında işgalin sürgünleri,
goncası boynunda esrarlı buseleri,
asılmış ilmiğine rengarenk filizleri,
boyuyor akdeniz’i cezayir menekşesi...

vurdular ah seni,
ah tak tak, ah tak tak!
kopardılar ah seni,
ah bir bak, ah bir bak!
kalbinde ah eksik,
ah tik tak, ah tik tak!
yanıyor menekşem, alev alev ağlayarak...

Cezayir Günlükleri: Constantine ve civarı


Sadece başkent "Alger" den ibaret olmayan ülkedir.

Evet, maalesef bir de Constantine denilen şehir var ki insanlar burada da yaşamak zorundalar. La village de Constantine. Başkent, Fas’a yakınken Constantine ise Tunus’a yakındır. Amerika’nın doğusunu bilmem ama tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Cezayir’de de doğuda yaşamak zordur. Bir milyonu aşkın nüfusuna rağmen iş çıkışında gidip oturabileceğiniz, adam gibi yemek yiyebileceğiniz bir mekan bulamazsınız bu şehirde. Zaten o saatler ölmüş olan şehir, bir yabancı için daha da çekilmez bir hal alabilir. Tavsiyem zorda kalmadıysanız gelmeyin Constantine'e.

Constantine'e 135 km. mesafede Annaba denilen bir şehir var. yaz aylarında vakit geçirmek için fena sayılmaz. En azından Cezayir şartları için. Annaba'ya yaz aylarında gidenler bouna beach club denilen yerde iyi kötü eğlenebiliriler. En azından gözlerinizi kapatıp şezlonga uzandığınızda kendinizi bir an olsun Cezayir’de hissetmeyebilirsiniz.

Constantine civarı şehirleri bildiğim için Skikda'dan bahsedeyim şimdi de. Skikda Constantine'e 90 km. uzaklıkta bir liman kenti. Ama merak etmeyin burada da gezilip görülecek her hangi kayda değer bir mekan yok. Bir kaç bakir plaja gidip denize girebilirsiniz. Burada dikkat etmeniz gereken tek şey ıssız yerlere gitmemenizdir. Varsın etrafınızda tuhaf insanlar olsun ama yine de birileri varlığınızdan haberdar olsun. Yoksa soyulmanız, gasp edilmeniz ve hatta yaralanmanız an meselesidir. Bu şehir çapulcu dolu. Bayram iznine giderken bir mimarla tanıştım, iki ortak bir otel ihalesi almışlar. 300-350 kişi kapasiteli bir otel inşaatı başlamış. Ama şahsi fikrim turizmden yana bir halt olmaz bu şehirden...

Constantine - Alger arasında 120 km. kadar gittiğinizde Setif denilen şehre ulaşırsınız. Bu şehre gelmeden 20 km. kadar geride ise El-Eulma yada halk arasındaki tabiri ile Dubai vardır. Bu El-Eulma'nın özelliği her türlü elektronik eşya ve cep telefonunu ucuza bulabilmenizdir. Fakat garanti diye bir şey söz konusu değil, kapıdan çıkıncaya kadar.

Genel olarak baktığımda 15-20 sene öncesinin Türkiyesini görüyorum ben Cezayir’de. Elbette ki buralar da gelişecek, bir standarda binecek ama epey sancılı geçeceğe benzer. En azından 3 senedir benim gözlemlediklerim bu şekilde.

17.04.2009

Asla Bagaj Kaybetmeyin


Bagaj; Türk Hava Yolları tarafından bulunamayandır. O yüzden asla kaybetmeyin.

04 ağustos 2008 tarihinde TK-255 ve devamında TK-1153 sefer sayılı uçaklar için bagajımı verdim. Havalimanına indiğimde bagajımın bir tanesi yoktu. Gerekli tutanakları tutturdum. Daha sonra bitmek bilmeyen 444 0 849 nolu telefon ile maceram başladı. İşim gereği yanımda getirdiğim ve yaklaşık 4.500 TL değerindeki malzemelerim de bagajım ile birlikte sırra kadem bastı.

444 0 849 nolu telefonda kayıp bagaj konusunda bana yardımcı olmaya çalışan hanımefendi, benden bagajın içeriğinde bulunan eşyaların listesi ve yaklaşık değerlerini istedi. Bununla birlikte, bagaj fişi, bilet fotokopisi gibi beraberindeki evrakları mail ile yollamam gerektiğini, ilgili dosyanın en kısa sürede açılacağını ve en geç 15 gün içerisinde bana tekrar döneceklerini söyledi.

Tam 20 gün haber gelmedi, ne telefon ne mail. Sonra tekrar aradım. Yine aynı saçma cevaplar veriliyordu. Hiç bir yerde bilgisi olmamasına rağmen genel müdürlükten bir telefon buldum. Karşıma çıkan kişiye şikayetim olduğunu ve kayıp bagaj biriminden daha üst bir makama şikayetimi bildireceğimi söyledim. Sonunda yetkili bir hanımefendiye bağlandım. Sorunumu dinledi ve o an için çok yoğun olduğunu, 30 dakika içerisinde beni arayacağını söyledi. Ben hemen itiraz ettim tabi; aramazsınız biliyorum diye, yeminler ederek telefonu kapattı. Neyse 1 saat kadar sonra beni aradı ve dosyanın halen açılmadığından bahsetti. Mailleri tekrar istedi. Sineye çekip yolladım mailleri tekrardan. Aradan yine uzun bir süre geçti, yaklaşık 2 ay. Yine ses yok. Ben tabi zaman zaman internet sitelerindeki ekrandan ve 444 0 849 nolu telefondan bagajın ya da ödemenin durumunu soruyorum. Ne bagaj bulunuyor, ne de sigorta kapsamındaki ödemeden bir haber çıkıyor. Kaç kez aradım bilmiyorum ama yurt dışından aradığım için bu lanet numarayı; sanırım en az 200 Euro kadar fatura ödemişliğim vardır.

4 aylık izin sürem gelince tekrar Türkiye’ye döndüm. Dönüşte yine peşine düştüm. Ve nihayet bir tanıdık vasıtasıyla ulaştığım bir yetkili ekrandan durumuna göz attı dosyanın. Sigortanın bana "280 dolar $" ödeyeceğine dair talimatın çıktısını verdi. Evet; bunca kaybımın karşılığı tam ikiyüzseksen Amerikan doları. Hesapladım; sigorta için verilen kilo karşılığı ödenen tablosuna bile uymuyor. Çok daha aşağısında bir rakam teklif ettiler. Daha önce söylenene göre; itiraz hakkım varmışmış... Ama tabi illallah dedirttikleri için en azından 280 doları alayım diye düşündüm ve 20 gün sonra dönüşte o parayı verecekler bana. Tabi o zamana kadar başına bir iş gelmezse ve bagajın bir yenisini daha kaybetmezsem...

İki elim yakasında bu adamların, sistemleri çok kötü olduğu gibi, yetkilileri de bir o kadar vurdumduymaz. Nasıl beceririm bilmiyorum ama THY'nı zarara uğratmak için elimden geleni yapacağım. Mutlaka bir fırsat çıkar karşıma...

Kısa farla asla yetinmeyen lanet sürücüler


Şehir içi ya da şehirlerarası yolda, karşınızdan ya da arkanızdan gelen, muhtemelen aracın kısa farla da ilerleyebildiğinden habersiz, insanı deli eden sürücülerdir. Tıpta bir adı var mıdır bilmiyorum ama trafikteki adı orospu çocukluğudur bunun.

Şehir içinde o kadar etkilemez ama şehirlerarası yollarda çileden çıkarır, geçici körlük yaşatır, hatta kaza bile yapmanıza sebep olabilir bu yavşaklar. Karşıdan gelirken uzunlarla gözünüzü öyle bir etkilerler ki; far avına maruz kalmış tavşan gibi kalırsınız bazen. Şayet yol tek şeritli ise hızınızı düşürmek zorunda kalırsınız. Küfrün, selektörün bini bir para... Şayet karşınızdan böyle bir yavşak geliyor ve her türlü görsel, işitsel uyarınıza rağmen hala o lanet farlarını söndürmüyorsa, metanetinizi koruyun, yolun sağındaki çizgilere odaklanarak biraz da hız keserek kurtulmaya çalışın.

Yok, eğer bu ibne arkanızdan geliyorsa, önce dikiz aynasının açısını değiştirin, yan aynalara gözünüzü kaydırmamaya bakın. Yolun en müsait olduğu yerinde hızınızı keserek bu yavşağın sizi geçmesini bekleyin. Tabi bu işlemden evvel, frene hafif hafif basıp çektiğinizi, dörtlü flaşörleri(dörtlü sinyal de deniyor) yakıp söndürmüş olduğunuzu ve arkadaki yavşağın anlamadığını var sayıyoruz. Yoksa insanlık halidir, unutulmuş olabilir. Şayet unutulduysa, duyarlı yurdum sürücüsü hemen kısa farlara geçer. Ama bu uyarılar cevap vermiyorsa ikinci adım farzdır artık. Sizi geçmesine izin verdikten sonra hemen vites küçültüp gazı kökleyin ve öndeki araca yeterince yaklaşın, gün sizin gününüz. Karşıdan gelen araç yoksa yakın gitsin anasına satıyım uzun farları, ne yapsanız müstahak bu götverene. Artık rahatsız olma sırası onda. Vicdanınızın elverdiği kadar ibnelik yapın. Sonra kendi haline bırakın yoluna devam etsin.

Bir kaç saat önce benzerlerine rastladım bu sürücülerin, hala gözlerim ağrıyor. Eminim onların da kulakları çınlıyordur. Etmediğim küfür kaldı mı hatırlamıyorum. Bir ara öyle coşmuşum ki, müziğin sesini bastırdı küfürlerim. Hay Allah belanızı versin emi...

Yeni Başlayanlar İçin "Muhasebe"


Yeni başlayanlara verilecek tek öğüt, en kısa zamanda bu hatalarından vazgeçip başka bir alana yönelmeleridir.

Gelişmiş ülkelerde birinci sınıf meslektir muhasebecilik. Şirketlerin en saygın çalışanları arasındadır muhasebeciler. Ülkemizdeki duruma kısaca bir bakacak olursak durum içler acısıdır. İşletme, iktisat bölümlerinden bir şekilde mezun olursunuz ve hedefleriniz arasında muhasebe mesleğine yönelmek de vardır. Ancak bitirdiğiniz dört senelik okul hiçbir işe yaramaz. Devletin okulundan mezunsundur ama devlet seni işe almaz.

- Dur bakalım ne o hemen öyle? Önce biraz staj yap. Sana neler öğretmişiz, doğru öğretebilmiş miyiz bir görelim?
- Tamam o zaman ben staj yapayım.
- Tamam yap ama…
- Ama ne?
- Bunun bir de sınavı var.
- Ne sınavı devlet abi?
- Staj başlatma sınavı.
- Hmm.. O zaman ben o sınava gireyim muhasebeci olayım.
- Olur yavrum, gir.

Devlet kendi eğitim ve öğretimini uygulayıp, profesörleri vasıtasıyla sınavlara tabi tutarak mezun ettiği öğrencisini bu sefer de yeni bir sınava daha tabi tutar. Staj başlatma sınavı. Bu sınavı geçerseniz işiniz hazır falan değildir. Gidip bir yerlerde iş bulmak şarttır elbet.

- Merhaba ben iş başvurusu için gelmiştim.
- Merhaba, özgeçmişinizi inceledik, pek bir şey göremedik.
- İyi de ben yeni mezunum, ne olabilir ki özgeçmişimde?
- Ne bileyim, hiç iş tecrübeniz de yokmuş.
- He işte ben muhasebeci olacaktım da, bi sınav yaptılar ona girdim.
- Eee?
- Stajımı yapmak istiyorum o yüzden iş bulmam gerek.
- Hmm.. Aslında adama da ihtiyacımız yok ama. Neyse ben bizim muhasebe müdürümüz Ayhan beyle konuşurum. Departmanda size bir masa veririz, günlük işlere yardımcı olursunuz artık. Maaşınız asgari ücretin % 15 fazlası. Sigortanızı yatıracağız, öğle yemeği var, servis yok ama.
- Tamam kabul.

İki sene bir şekilde geçer. Ananızdan emdiğiniz süt burnunuzdan gelir, eşek gibi çalışırsınız. Ama tabi bunca meşakkat yetmeyecektir. eee başlama sınavı varsa mantık olarak bir de bitirme sınavı var.

- Devlet abi ben stajımı yaptım.
- Tamam o zaman, güzel.
- Tamam mı? Belgemi alacak mıyım?
- Şakacı seni… Yok bir de staj bitirme sınavına gireceksin.
- Tamam o zaman, ona da gireyim ben.

Sınava öyle her yerde giremezsiniz, sınav yerleri bellidir. Sınava girmek için para ödersiniz. Sayfa sayfa sorular, ezberler, kar zarar tabloları, geçici ve kesin mizanlar, büyük defter kayıtları, vs.vs. derslerin hepsini ilk sınavda vermek mümkün değildir. 2-3 tanesini verirseniz şükredersiniz halinize. İyimser bir ihtimalle 3 sınavda tüm derslerden geçilir. Artık yolun sonuna yaklaştığınızı hissedersiniz. Ama o eski heyecan kalmamıştır içinizde. Neyse devlet abiniz sınavları açıklar ve geçtiğinizi görürsünüz.

- Merhaba, ne kadar güzel bir gün kuşlar, böcekler, çiçekler…
- Hayırdır yavrum?
- Şey ben staj bitirme sınavını da geçtim de.
- Eee?
- SMMM belgemi alacaktım.
- Hmm.. Makbuzu göreyim.
- Ne makbuzu?
- Eee o kadar çalıştınız, didindiniz… Belgeyi almak için 3.000 TL yatırmış olmanız gerekir.(güncel rakam nedir bilmiyorum, salladım. Ama az buz bir rakam değil, eminim.)
- Hadi ya.. Tamam ben onu da halledeyim, görüşürüz..
- İyi günler.

Zaten karın tokluğuna çalışıyorsunuzdur. "şu belgeyi bir alayım size soracaklarım var" diye her gün hayal kurarsınız iş yerinde. Ama o lanet belgeyi almak çok zor görünmektedir o an için. Babadan ya da başka bir yöntemle o para da temin edilir. Belge alınır. Bundan sonrası asıl kumarın başlangıcıdır.

Önünüze üç tane seçenek çıkıverir bir anda;
- Çalıştığınız iş yerinde kalmak,
- Yeni bir iş bulmak,
- Kendi büronuzu açmak.

Çalıştığınız iş yerinde devam ederseniz, ya yavaş yavaş yükselir ama çok para kazanamazsınız, ya da olduğunuz yerde kalır az para kazanırsınız. Biliyorum çok karamsar bir tablo oldu, ama böyle. Yıllarca çalışmalısınız ki, bir yerlere gelebilesiniz.

İş yeri değiştirmek de bütün bunlardan farksız bir süreçtir. Risktir, şansa bakar.

Ofis açmak ise para kazanmanın daha kolay olacağı bir seçenektir. Bulunduğunuz şehirde belirli bir çevreniz olması şarttır. En az 5-6 orta ölçekli defter, 20-30 kadar da küçük defter bulursanız başa baş masraflarınız çıkarırsınız. Yanınızda bir tecrübeli, birkaç tane de tıfıl stajyer çalışırsa iyi kötü çark döner. Sonrası size ve şansınıza kalmış…

Karton taraftar


Milli takımın seyircisiz maç cezası sebebiyle, yamulmuyorsam Coca-Cola'nın akıl edip sponsor olduğu bir maç. "Seni yalnız bırakır mıyız sandın?" şeklinde de bir sloganı vardı. Milli takımın almış olduğu 3 maçlık saha kapatma cezası nedeniyle, Commerz Bank Arena - Frankfurt'ta oynan 6 Eylül 2006 Türkiye-Malta maçında tribünlere yerleştirilmişti.

Evet, tartışmalara konu olan "karton taraftar" resimdekidir.

Ahh be Naomi [Lost 5x13]

Karnı büyük koca "ada"...
Keder dolu koca ada.
Ne gül koydun ne gonca.
Yedin yine doymadın mı?

* * *

Fani kurmuşsun Dharmayı,
Bilmem sana ne sormalı.
Biricik Naomi canımı,
Yedin yine doymadın mı?

* * *

Çok fazla bölümde görünmese de, adaya gelmiş geçmiş en güzel hatundur kendisi. Karizması, kararlılığı, cesareti takdire şayan. Hele ki flashbacklerde gördüğümüz haline aşık olmamak imkansız. Ne desek boş bebeğim... Seni bu diziden ayıran, mezarsız yurtsuz bırakan senaristler gece yatamasın. Daha da bir şey demiyorum.

Dengesizlik bizde mi Sabri'de mi?


Dengesiz futbolcumuzdur. Niye mi?

- İyi oynadığında dillere destan, kötü oynadığında akıllara zarar.
- İyi şut çektiğinde tarih yazar, kötü şut çektiğinde ocak yıkar.
- Efendi olduğu maçlarda fair-play abidesi, çoştuğu maçlarda tam bir canavar.
- Sevildiği zaman yürekleri dağlar, sövüldüğü zaman sadece susar.
- Seyircimiz bir maç "siktir ol git Sabri" diye bağırır, öteki maç "Sabri Emre'nin …." diye.

Velhasıl ya çok severiz Sabri'yi, ya da itin götüne sokarız. Ama o bize ne küser, ne takım arkadaşlarına trip yapar, ne de yöneticilere. Daha önce arda hakkındaki fikirlerimi yazdım maç ile ilgili, merak edenler gider bakar. Ama şimdi sorarım size, "Sabri Arda'dan daha mı çok hak etti cezayı?" İnsan biraz mantıklı düşünür eleştiriken. Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart değil. Aynı şekilde Sabri için de geçerli. Sen sevmiyorsun Sabri'yi diye, yapılan haksızlığa sessiz mi kalalım.

- E.Bölezoğlu neden ceza almadı diye küfürler yağdır,
- Emre Aşık ne yaptı? Dayak yedi adam diye sitem et,
- Arda bizim canımız, kanımız, ona niye ceza verdiniz, Semih gaza getirdi çocuğu diye hayıflan,
- Sonra da "Sabri'ye az bile ceza verdiler" diye dangalaklık yap...

Hadi oradan...

aslantube.com

Yeni bir video paylaşım sitesi. Adından da anlaşıldığı gibi Galatasaray odaklı. Rengi ve tarafı belli yani.( bu kalıbı da ikinci kez kullanıyorum ama...) Neyse efendim, kısa lafı daha fazla uzatmayalım. Umarım görüntü hakları vs. gibi sebeplerle kapanma durumu falan olmaz da, güzel bir arşiv sitesi olur. Başarılar diliyoruz.

14.04.2009

Ön teker nereye, arka teker oraya


Başı kıçı ne olursa olsun Arda'ya ağabeyliğini hissettiren futbolcudur Semih. Galatasaraylıyım bilindiği gibi... Arda'ya hiç bir durumda laf söyletmem. Ama Semih'e karşı yaptığı da takdir edilecek bir hareket değildi. Tabi Semih tarafından gelen ilk hamle sonrası bir birlerine tutuşmaları, Arda açısından biraz daha hafifletici sebep sayılabilir. Şimdi asıl söylemek istediğime gelecek olursak;

- Semih hamle yaptı ardından Arda..
- Semih çıkıp açıklama yaptı maç sonunda, Arda da çıkıp cevap verdi.
- Semih ertesi gün özür diledi olayı baştan yorumladı, sonrasında yine Arda.

Demek ki neymiş, gerçekten aralarında bir ağabey-kardeş ilişkisi varmış. Her ne kadar bizler başka taraflara çekmek istesek de... Kardeşi olanlar bilirler. Küçükler hep büyüklerinin izinden gider, yaptıklarını yapar, kendilerine bir şekilde örnek alırlar. Sanırım Ardamızla Semihimiz arasında da buna benzer şeyler yaşanıyor. Semih maç esnasında Arda'yı daha farklı şekilde uzaklaştırmaya çalışsaydı eminim Arda da daha uysal davranacaktı. Yahut maç sonrası Semih Arda için, kardeşini azarlar tarzda değil de bekli biraz daha yumuşak şekilde uyarsaydı ya da televizyonlara hiç çıkmayıp direkt Arda'nın cebini arayıp "Yaptığın yakıştı mı? Sen benim kardeşimsin" vs.vs. tarzında fırça bile atsaydı, ikisi arasındaki olay bu noktaya bile gelmezdi. Gerçi hoş, aralarında büyütecek çok da bir şey olduğunu sanmıyorum ama.

Bizler Galatasaray ve Fenerbahçe’ye gönül verenler olarak televizyon başında, statlarda ya da bilgisayar karşınında bu kadar heyecanlanıp bir birimizi kırabiliyorsak, onları biraz daha anlayışla karşılayıp hoş görmemiz gerekmez mi? Bu işten hem para kazanıp, hem de çocukluğundan beri hayalini kurduğu takımlarda oynayanlar onlar. Onların stres ve heyecanı bizlerin kat kat fazlasıdır, eminim.

Kendi tarafımdan bakacak olursam; Semih Şentürk halen, Fenerbahçe’de top koşturan futbolcular içerisinde bana en sempatik gelenidir. Biliyorum ki arda turan da bütün Fenerbahçeliler için olmasa da önemli bir kısmı için aynı şeyleri ifade ediyor. Ben hala milli takımın euro08 finallerindeki görüntülerle hatırlıyorum ikisini de. Attıkları golleri anımsıyorum. Maç içindeki heyecanlarımı, yaptığım totemleri ve maç sonlarını düşünüyorum. Türkiye’den binlerce kilometre uzaktayken bile, msn başında arkadaşlarımla sevinebildiğim anları hatırlıyorum. Maç günlerinin ertesinde onca yabancının arasında gururla gezmemi sağladıkları için hala minnettarım.

Acemi blogger'ın günlüğü


Sıfır html bilgisi ile başlanınca mutlaka bir yerlerde bir hata oluyor. Daha önce de bahsetmiştim. Madem çeşitli yerlerde bir şeyler yazıyorum; bari bir araya toplayım da ne yazmışım onu bari biliyim mantığıyla başladım bu sayfaya. Sonra da daha bir özen göstermeye başladım zaman içinde. İyi kötü takip ediliyor olmanın verdiği gazla kendime hazır bir şablondan yola çıkarak bir görünüm oluşturdum blogda. 2-3 farklı şablonun html kodlarını deneme yanılma yoluyla birleştirerek ortaya böyle bir şey çıkardım.

En sevdiğim yanı menü görünümlü "label-etiketler" olayı. En üste yerleştirdiğim butonlar, blog içerisinde konuları ayrıştıran bir menü havasında. Ama yukarıda resmi görülen durumdan müzdaribim biraz.

Farklı tarayıcılarda farklı sonuçlar çıkıyor. Özellikle konu başlıklarında görülen tarih kısmı kimisinde karma karışık. Çözümü elbette html kodlarında mevcuttur. Ama dediğim gibi, bilmeyince olmuyor. En ideal görünüm Google Chrome ve Safari'de. En çok kullandığım vazgeçilmez tarayıcım Firefox ise tarih kısmını biraz sola dayalı gösteriyor ve başlıklarda görünmesi gereken gif resmi yok. Internet Explorer ise akıllara zarar zaten. Üst kısımla bir birine tamamen girmiş durumda.

Aşağıda şablondan aldığım html kodları var. Muhtemelen buradaki değerleri değiştirmek suretiyle düzelecek. Ama deneme yanılma yöntemi ile bir sonuca ulaşamadım. Buraya gelip giderken dikkatini çeken olmuştur elbet. Bir fikir veren olursa en kısa zamanda değiştirmek farz oldu. En azından daha düzgün bir görünüm için. Yardım edebilecek kişiye şimdiden en derin şükranlarımı sunarım...

Kurcalanması gereken html kodu aynen aşağıdaki gibidir;

.titulo .post {
clear:none;
padding-top:20px;
}

.post-title, .post-title a {
width: 680px;
margin: 0 auto !important;
color: $colortituloentrada;
}

.post-body {
padding-top:20px;
}

.post-body blockquote {
background: #f2f8fb;
border-right: 2px solid #dbeff6;
border-bottom: 2px solid #dbeff6;
padding: 8px;
}

.date-header {
float: right;
background: url(http://img297.imageshack.us/img297/4121/postdatedi4.gif) no-repeat left center;
color:$colorfecha;
font:bold 11px "trebuchet MS", "Lucida Sans Unicode", Georgia;
padding: 15px;
padding-left: 48px;
}

.post-footer {
padding: 20px 15px;
height: 15px;
color: #3e98ad;
font: bold 12px "Trebuchet MS", "Tahoma", sans-serif;
}

İşte o diyalog


carlos: ne ayak?
lincoln: nolsun geleyim dedim şöle yamacına.
carlos: niye noldu ki?
lincoln: ya volkan beni kesip duruyor yine... saldırmasın tekrar.
carlos: yok olum sami yen'deyiz yemez o kadar.
lincoln: belli olmaz.
carlos: hem geçen maç niye atladı o sana?
lincoln: hala anlayamadım, küfür etmişim, öyle diyor.
carlos: olum hangi ara öğrendi bizim dili volkan?
lincoln: ingilizce etmişim..
carlos: puhhaa. ingilizceyi ne zaman öğrenmiş olum onu da bilmez...
lincoln: deme ya, kaç ay geçti yeni öğreniyorum gördün mü.
carlos: puhahahaa, olum tam safsın ya...

13.04.2009

Doritos Volki

Adamsın Sipsi

Biz dışarıda neysek içerde de oyuz.
Galatasaray futbolcusu kimseden korkmaz.
Kimseden korkumuz yok.

Dünya derbisinin genis özeti

4.04.2009

Sayid vs. Benjamin [5x11spoiler içerir]


Sayid olmak da ayıp değil Benjamin olmak da.
Hatta ada yüzünden ölmek de ayıp değil,
Bütün iş Sayidle Benjamin olabilmekte;
Yani yürekte.

Mesela bir ambarda dövüşerek,
Mesela radyo istasyonunu keşfe giderken,
Oldham denerken yatıştırıcı bir şekeri,
Ölmek ayıp olur mu?

Sayid olmak da ayıp değil Benjamin olmak da.
Hatta ada yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin Others’ı doludizgin,
Ama onlar bunun farkında değildir.
Ayrılmak istemezsin adadan,
Ama o senden ayrılacak...
Yani sen adayı seviyorsun diye;
Adanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Benjamin’i Sayid vurmasaydı,
Yahut hiç tanımasaydı,
Benjamin ne kaybederdi ben’liğinden?

Sayid olmak da ayıp değil Benjamin olmak da
Hatta ada yüzünden ölmek de ayıp değil.

3.04.2009

Cezayir Günlükleri: Giderken

Cezayir'den Ayrılırken Dikkat Edilecek Hususlar

Yine başka bir şehirden başkente, oradan da İstanbul'a uçacağınızı varsayalım. Zaten başka bir güzergah yok, sadece İstanbul-Başkent seferleri var. Daha önce bahsettiğimiz muhtelif polis prosedürleri ve bagaj işlemleri gelirken de geçerli. Başkente geldiğinizde oyalanmadan dış hatlara geçin. Hiç değilse cafeler daha güzel dış hatlarda. öyle çok da pahalı değiller bizdeki kadar. Thy ile gelmişseniz yine thy ile döneceksiniz diye varsayalım. Uçağınız 13.20 gibi olacaktır. Istanbul'dan gelirken rötar yapmadıysa rötarsız kalkar. çünkü istanbul'dan gelen uçak aynı gün geri dönüyor.

Çıkış için gereken diğer kartı da doldurduktan sonra polis noktasında pasaport kontrolü yapılır. Oradan geçince üzeriniz aranır, çantanıza bakılır. Sonrasında ise küçük bir masada oturan mavi üniformalı, kuvvetle muhtemel bıyıklı bir polis size "yanınızda döviz olup olmadığını" sorar. Girişte deklere etmişseniz, deklere ettiğiniz evrakı ve yanınızda kalan dövizi sorar. Harcama yapmışsanız bankadan bozdurmuş olmanız gerekir ve onun da evrakını sorar. Yoksa başınız ağrıyabilir. çünkü döviz karaborsada daha yüksek bozduruluyor ve normalde yasak. Bu kısımlar biraz karışık o yüzden ben 300-500 civarı bir rakamla dolaşırım, kalanını saklamak en mantıklısı.

Dış hatlarda polis ve pasaport kontrolünü geçtikten sonra, yani free shop/duty free lere ulaşınca; ülkenin kendi para birimi olan dinar geçmiyor. Illa ki euro, usd yada kredi kartı gerekiyor. çay, kahve veya yemek alacaksanız sorun yok. Ama sigara, parfüm yada içki alacaksanız durum böyle. Mağazalar oldukça avantajlı. Istanbul'dan 40-50 euro verip aldığınız bir parfüm burada 20-25 euro. Jean paul gaultier, 212 gibi... Sigara, puro ve içkiler de bir o kadar ucuz. Taşıyabileceğiniz kadar alın sorun olmuyor. Bir de şayet taze hurma seviyorsanız, ki cezayir'e gelip gidenlere genelde sipariş verilir; salona geçmeden önce aşağıdaki mağazalardan alın. Hem taze hem de küçük paketlerde bulmak mümkün.

Uçuş saati yaklaştığında çıkış kapısına yakın olmaya çalışın. Bekleyen yolcular arasında büyük ihtimalle çinliler de olacaktır ve adamlar sürü halinde hareket ettiği için sıkıntı oluyor. Bu çinliler nerden çıktı demeyin, zira gelirken de görürsünüz. Uçağın yarısı çinlidir. Buradaki inşaat firmalarında çalışan ve çin-cezayir arasındaki bir anlaşmadan dolayı gelen mahkumlar aslında onlar. Bedava insan gücü bir nevi.

Son kontrolü geçip tünelin sonuna vardığınızda, yani thy hostesleri size bir kaç metre öteden gülümserken bir son dakika golüyle daha karşılaşabilirsiniz. Uçak kapısında bekleyen polisler son kez çantanıza bakarlar. O kadar makineden x-ray den geçmişsinizdir ama polisler son kez bir daha bakarlar el bagajlarınıza. Allah belanızı versin emi. Burdaki amaç bellidir. üzerinizde yüklü döviz varsa ona bakacaklar. Dikkatli olun. Iyi yerlere saklayın. Yoksa desteden çektiği parayı geri vermez. Bu rakam 500 euro olsa bile.

Ve nihayet buradan da geçtikten sonra gazetenizi alın ve uçağa girin. Memlekete hoş geldiniz diyebiliriz bu dakikadan sonra. Ben şahsen gazetemi elime alıp yerime oturduğumda rahatlıyorum. Her geliş gidiş bir eziyet gibi. Bir kaç sene daha böyle sürecek sanırım.

Cezayir Günlükleri: Gelirken

Cezayir'e Gelirken Dikkat Edilecek Hususlar

Vizeye ihtiyacınız olacak. Vizesiz giremezsiniz. Thy ve air algerie seferleri var. Ben sürekli thy ile geldiğim için diğer firmanın uçuş günleri, saatleri ve hizmetleri hakkında bilgim yok. Thy ise her gün bir kez uçuş düzenliyor cezayir'e. Uçak sadece istanbul-alger arası var.

THY ile gelenler için istanbul'dan kalkış saati 10.40 tır. Uçuş süresi 3-3,5 saat kadardır ve indiğiniz anda saatlerinizi bir saat geriye almanız gerekir. Yani cezayir'e indiğinizde yerel saat yaklaşık olarak 13:00 civarı olacaktır. Kaptan pilot repliği gibi oldu ya neyse...

İstanbul'dan bagaj vereceğinizde genellikle h veya g yazan kontuardan işlem yapacaksınız. Yarım yamalak türkçesiyle musallat olan, cezayirli bavul tacirlerine kulak asmayın, muhtemelen bagajınızda yer var mı diye soracaklarıdır. çıkış kapısına gittiğinizde etrafta çinliler görürseniz şaşırmayın. Sebebini aşağıda açıkladım. Ilk gidişimde etrafımda bir sürü çinli bir o kadar da uzun beyaz elbiseli, sakallı tipler görünce "galiba yanlış geldim ben, kesin uzak doğuda müslüman bir ülkeye gidiyor bu uçak" diye düşünmüştüm.

Uçakta size hostesler tarafından dağıtılan küçük bir form olacak. Kimlik büyüklüğünde ve beyaz renkte. Bunun bir de sarı renkte olan var, onu çıkışta kullanıyoruz. 3 senedir belki 15 defa gelip gittim, hala alışamadım, nemize yarıyor bilmiyorum ama doldurmak zorundasınız. Isim, soyisim, doğum yeri/tarihi, pasaport bilgileri, meslek, ikametgah adresi ve gidilecek adresleri yazsanız kafi.

El bagajınız küçük ise uçaktan hızlıca çıkmaya gayret edin. Sebebini alt kata inip de polis noktasına vardığınızda anlayacaksınız. 2-3 uçak aynı anda indiğinde 1-2 saat beklemek zorunda kalabilirsiniz, bağlantılı uçuşunuz varsa heba olur...

Polis noktasının hemen arkasında bir nokta daha var, elinizdeki eşyalar kontrol edilir, içine bakarlar. Sonrasında bagajınızı almak için beklersiniz. Bagajınız geldiğinde şayet üzerinde tebeşir izleri görüyorsanız durum sakat. Içinde şüphelendikleri bir şeyler görmüşlerdir (muhtemelen metal) ve çıkışta tekrar polise açmak zorunda kalırsınız bagajınızı. Tavsiyem: yanınızda ıslak mendil falan varsa tebeşir izlerini yok edin, rahatça geçin. Ben işim icabı metal makine parçaları taşımak zorunda kalıyorum bazen. Faturasını yanınızda bulundurun. Fatura miktarı yüksekse harç ödemek zorunda kalabilirsiniz. Böyle bir durumda olayı büyütmeden polise 10-20 dolar gibi bir şeyler verirseniz sorun yaşamazsınız. Rüşvet çok yerde iş görür cezayir'de.

Bagajı aldık, polisten geçtik ve dış hatlar terminalinin salonuna çıktık. Başkentte kalacaksanız, birileri sizi karşılıyorsa sorun yok. Atlar gidersiniz. Kendiniz gidecekseniz taksi kullanın. Fakat başkentte kalmayacaksanız ve devamında yurt içi uçuşunuz varsa, iç hatlar terminaline gitmeniz gerekecek. Dış hatlardan hangi kapıdan çıkarsanız çıkın, sağa doğru yardırıp gidin. Dış hatlar binası hilal şeklinde ve sağ tarafında iç hatlar var. Zaten üzeri tenteli bir yoldan yürüyeceksiniz ve insanlar muhtemelen aynı yerden ilerliyor olacak.

İç hatlara girişte tekrar bir polis kontrolü gerekecek. Bu duruma alışkın olun zira gelişte ve gidişte polis görmekten, bagaj açmaktan ve derdinizi anlatmaktan sıkılır hale geleceksiniz. Iç hatlara girdiğinizde sol tarafta check-in yaptırmak için gişeler var. Uçak saati yaklaşmadan almazlar bagajları. Bir de şöyle bir sorun olabilir, bazen yaşıyorum ben; thy ile geldiğiniz varsayalım. Yurt dışı uçuşlarında bagaj hakkınız 30 kg. Yurt içi uçuşta ise 20 kg. Kıl birisine rastlarsanız ekstra ücret isteyebilir. 10 dolar gibi bir rakam öder devam edersiniz.

Check-in yaptırıp çıkış kapılarına doğru giderken uçakta doldurduğunuz formun diğer renkte olanını alın bu sefer. Ilkinde etree, ikincisinde sortie yazar. Giriş ve çıkış yani. çıkarken de bu karta ihtiyacınız olacak. Bir diğer polis noktasından ve el bagajlarının kontrolünden geçtikten sonra yeni bir salona gireceksiniz. Sol tarafta küçük bir cafe karşılarda ise çıkış kapıları. Burada bekleme süreniz çok göreceli. Aynı şehre 15.30 ve 19.30 uçağı olsa bile bu iki uçak varacağı yere yarım saat arayla havalanabiliyor. Yani erken olan uçuşlar genellikle rötar yapar. Rötar yapmamışsa şansınız var demektir.

Uçağa hareket ettiniz ve sizi taşıyan otobüs uçağın yanında durdu. Hemen kapı açılmaz. Otobüsün kapısına gelen polisler uçuş kartınıza bakar ve sizi tek tek salarlar otobüsten. Otobüsten iner inmez bagajların olduğu yöne gidin. Bir kaç metre ötede yerde bekliyor olacaklar. Bagajını kendi elinizle taşıma arabasına koymazsanız uçağa yüklemezler. Sonra benim bagajım kayıp diye ağlamayın...

Bagajı gösterdikten sonra polis tekrar üzerinizi arar, bazen çantanızı açtırır, bakar sadece. Uçağa bindiğinizde elinizde kalması gereken uçuş kartının parçası yoksa, ki çoğu zaman otobüsten inerken hepsini alırlar, endişe etmeyin. Koltuk numaranızı gösteren küçük kart olsa da olmasa da kimse kendi yerine oturmaz. Sağda solda cep telefonu ile konuşan tipler görürseniz heyecan yapmayın, kapatmıyor geri zekalılar. Kaç kez kavga edecek oldum nafile. Bir gün düşecek diye korkuyorum ama hayırlısı.

Burdan sonrası size kalmış. Gideceğiniz şehre göre ulaşım, otel yada diğer şeyler değişkenlik gösterecektir.