30.07.2011

Doğuda asker olmak

Öyle batıdaki gibi boş şarjörlerle değil hücum yeleğindekiler dahil 5 tam dolu şarjörle nöbete gitmektir.
Nöbetten gelince G3 tüfeğini batıda "silahlık" denilen yere teslim etmek değil ranzanın başucuna asmaktır.
Yazın 45 derece sıcağı kışın -30 derece soğuğu 1,5-2 metre karı görmektir.

Gülyazı'da yaptım. zor ve güzel günler geçirdim. Ben istemedim oraya gitmeyi elbet, şans. Kısa dönem olmama rağmen neredeyse 4 mevsimi yaşadım 6 ayda. Batıda yapsam bunların hiç birisini ömür boyunca tecrübe edemezdim. Demek ki gidip görmek varmış oraları.

Şimdi eminim bu yazdıklarımı okurken "koduğumun poşeti yaptığın 6 ay askerlik, seninki de askerlik mi lavuk?" diyenler olabilir. Aynı dönem aynı yerde askerlik yaptığımız kısa dönem arkadaşların bir kısmı taşak kebabı yapıyorken ben yeri geliyor 24 saat kolluk tutuyordum. Nöbete asker göndermem gerekirken asker yokluğundan kendim nöbete gidiyordum. Jandarma olmamdan dolayı bize tanınan "turizm jandarması" olma hakkı için sınava gittiğimizde oxford'da okuyan elemanı kafalayıp kopya çeken Antalya'ya Uludağ'a giden arkadaşlarım oldu. Körelmiş Anadolu Lisesi ingilizcemle sınırda kaldım ve bu haktan faydalanamadım. Ama hak etmediğim bir şeyi de istemedim, istesem aynı yöntemle benim de Kuşadası'na Alanya'ya gitme ihtimalim vardı.

Farkında olmadan Irak sınırına girp çıkmışlığımız bile oldu. Komutanım burası hangi köy diye sorduğumda "ne köyü lan Irak'a girdiK" cevabını aldım. Gözünün alabildiği her yer dağ tepe. Ardı arkasına sırdağ. Terörün nasıl yuvalandığını gördüm. Öyle coğrafya olmaz olsun arkadaş gerçekten ordumuzun işi zor.

Şırnak merkezdeyken Tümen'den aniden kalkan helikopterleri gördüğümde içim cız etti resmen. Bir çatışma olduğunu anlamıştım hemen. Kalktıktan 2 saat sonra helikopterler piste inerken çığlık çığlığa giden ambülansın pisten neden hüzünlü bir matem havasında yavaş yavaş döndüğünü gördüm. O gün bir şehit daha vermiştik.

Konvoy ne demek, güvenli günler ne demek onu gördüm. 70 km yolun neden 4 saatte alındığını gördüm doğuda. Helikopterlerin giremediği vadileri gördüm. Her 4-5 kilometrede bir neden askeri birlik var onu gördüm.

Her gün nizamiyeye gelen, ellerindeki heybelere taburun fırınından çıkan sıcak ekmekleri dolduran çocukların yüzlerinde hüznü gördüm.

6 ay askerlik yaptım ben ancak bu kadarını gördüm. Doğuda 18 ay askerlik yapan erlere, ömrü şark görevinde geçen komutanlara sonsuz saygı duyuyorum bu yüzden. Gerçekten çoğu insanın tahmin bile edemeyeceği, ne kadar anlatılsa da kafasında canlandıramayacağı bir duydu doğuda asker olmak. Allah doğuda yaşayan ve gerçekten terör mağduru olan insanlarımızı, bu lanetin bitmesini gerçekten isteyenleri ve ordumuzu korusun.

6.03.2011

3 kuruş kredisi olan adama ömür boyu tapmak

Sanırım Galatasaray taraftarının en büyük yanlışıdır. Hatta taraftarın olduğu kadar yönetimin de politikasıdır. Sözüm tüm sözlüğe değil bu tarz adamlara. ya bende bir terslik var yada sizde, Gerçekten anlamıyorum.

Bir Fatih Terim, bir Bülent Korkmaz, bir Hakan Şükür öyle senede bir yetişmiyor bu ülkede. Aynı şey Hagi için de geçerli. Bu tarz yıldızlar da her sene üçer beşer gelmiyor ligimize. Yıldızlar topluluğu Beşiktaş'ın hali ortada bizden çok da bir farkı yok şu an. Bu adamlara sallamakta üzerimize yok maşaallah. kolayca çamur atıyoruz, laf söylüyoruz. Ama Ali Sami Yen'de iki kıytırık maçta gol atıp sevincini taklayla gösterdi diye adamın ardından methiyeler düzüyoruz. Adamın yapmadığı çamur, çirkeflik kalmadı maçlarda. kendini atmalar, binlercesini Ali Sami Yen'de bizim attığımız sulardan bir tanesini alıp hakeme koşmalar, rakibe dirsek atmalar. sahalarda nefret ettiğim hareketler.

Sonra bir yıldız gelir, öyle yada böyle Galatasaray'a transfer olmuştur ama bir araba parası geç yattı diye hesabına defolup gider. Eyvallah adam değerinin kat be kat altında bize gelmiş değerinin çok üstünde de başka takımlara transfer olmuştur fakat benim için aslolan karakter arkadaş. Aylarca paralarını alamayan adamlar oldu bu takımda. Alacaklarından vazgeçenler, yada erteleyenler oldu. "Önce yabancıların paralarını ödeyin bizimki sonra ödensin" diyen adamlar oynadı bu takımda. Ama o adamlar delicesine eleştirilirken 3-5 maç oynamış, yada bir sezon takıma fayda sağlayıp takımdan ayrılmış adamlar putlaştırılıyor.

Hele bir de dillere destan -ki hala lafımın arkasındayım bu adam overrated- kaptanımız var ki yerlere göklere sığdıramıyoruz. Lafın sonunu Arda'ya bağlamak amacında değildim ama başlığa uygun örneklerden birisi de maalesef kendisi oluyor. Hani nasıl diyor siz: sbt :(

12.01.2011

El-veda




"Göğsüm daralıyor, yüreğim yanıyor.
Olmasaydı sonumuz böyle."

Harbiden olmasaydı ya sonumuz böyle. Aklıma gelmezdi bir gün yıkılacağı ve o zamana kadar maç izleyememiş olacağım. Her ne kadar zerre suçum olmasa da imkânsızı denemediğim için içim buruk. Belki, belki gidebilirdim. Ama olmadı.

İstanbul’dan otobüsle 12 saat uzakta yaşamak sarı-kırmızı aşığı için zordur. Lise bitene kadar zaten gitmem imkânsızdı. Bir umut üniversite yıllarında giderim diye düşündüm çok zaman. Ama gel gör ki yaşadığımı şehirde okumak zorunda kalınca o umut da söndü. Hem de ne sönüş. Çalışmaktan okumaya bile fırsat bulamıyordum. Okuldaki hocalar derslere %20 civarı katılım gösterdiğim halde tanırdı beni ve mezun olduğumda "olum sen bitirdiysen bu okulu herkes bitirir" demişlerdi. 4 yıllık okulu 5 yılda bitirmek gerçekten mucizeydi benim için.

Okul bitip de çalışmaya ara vereceğimi anladığımda takvimler 2004'ü gösteriyordu ve ben "lan olum bir ihtimal daha var, o da askerliği İstanbul’da yapmak mı dersin?" diye türküler söylüyordum kendi halimde. Ama zalım felek sillesini bir kez daha suratıma suratıma vurmuş ve vatani görev için beni Şırnak/Uludere/Gülyazı'ya göndermişti. Adını sanını ilk defa duyduğum bu köy makûs talihimi çevirecek bir kapı değildi. Görev kutsaldı ve umudumu yitirmeyip askerlik sonrasını beklemeye başlamıştım.

Şanslıydım ki askerlik biter bitmez iş bulmuştum. İdeallerimi %100 karşılamasa da sevdiğim bir iş idi muhasebe/finans. Çalıştığım şirketin yan kuruluşunda 7-8 ay çalıştıktan sonra merkeze gelmiştim ve artık İstanbul’da maç izleyebilme umutlarım daha da yeşillenmişti. Evet, çalıştığım şirket doğup büyüdüğüm, üniversiteyi de okuduğum şehirdeydi ama maddi olarak kendimi toparladığım gibi hemen bir maça gidebilirim diye düşünüyordum. Ama işte maddi konular her zaman insanının planladığı gibi gitmiyordu. Babanın emekliliğinin gecikmesi, kardeşin dershanesi vs. derken eve yapılan maddi yardımlar bir türlü kenara birikim yapmaya müsaade etmiyordu.

Ve 2006 senesi geldiğinde olan olmuştu. vinca başını alıp çok uzaklara gitmişti. Yolu da İstanbul’dan geçecekti hatta. ama sadece İstanbul Atatürk Havalimanı'nın dış hatlar terminalinden... Ki zaten haziran ayında istese de maç izleyemezdi. Bavulunu aldı ve hiç tanımadığı, hakkında en ufak bir fikri bile olmayan insanların arasına; Cezayir’e doğru yola koyuldu. Hani Ali Kırca'nın Ali Sami Yen'e veda gecesinde de bahsettiği ülkeye:

"Ülkemin yüzyıllık yalnızlığını yendin dünyada…
Duyuldu adın Cezayir’den Çin’e, Kenya’dan Arjantin’e,
kimsesizliğimizi yendin bir anda… Yen dedi yendin…"

Kafası rahattı aslında, en azından artık maddi konuları kafasına takmayacak, geleceğe dair daha net planlar yapabilecekti. Ama Ali Sami Yen stadı ile olan kaygıları hala devam ediyordu. Ancak yaz aylarında Türkiye’de olabilecekti ve maçları izlemesi imkânsızdı. Bir türlü denk gelmiyordu. 2006, 2007, 2008, 2009, 2010 derken yıllar su gibi geçiyor bir yandan da Aslantepe üzerinde harika bir arena yükseliyordu. Bu stadın yükseldiği her gün biliyordum ki Ali Sami Yen'in ömründen bir gün daha gidiyor. Vakit daralıyordu, durdurulmak istenen zaman mıydı Aslantepe miydi bilmiyordum. Ben dönseydim Türkiye’ye, öyle bitseydi ya inşaat.

Derken takvimler yine değişiyor ve 2011'e giriyorduk. Son maç için geri sayım başlamıştı. Kalbimde buruk bir acı, yüreğimde yas, gözümde yaş televizyon karşısına geçtim. 11 Ocak 2011 benim için unutulmayacak bir gün bundan sonra. Aklımdan çıkmayacak ömrüm boyunca. Kendimi suçlu hissetmeme sebep olacak. Anlattığım imkânlar dâhilinde gidemedim bir türlü mabede. Koklayamadım o havayı. Coşamadım türkülerle!

Ama bir kaç sahne var ki dün geceden aklımda kalan, bütün bunlar kadar üzdü beni. Bir kaç kere birbirine giren, kavga eden taraftarları gösterdi kameralar. Oradan oraya koşturmalar, tehditler, diklenmeler. Derdiniz nedir çözemiyorum ki? Hangi sebep böylesine bir günde ağız tadını bozabilir insanın? Son maçta Ali Sami Yen Stadı’ndasın, şanslısın bilet bulabilmişsin, ömrü hayatında görebileceğin tüm Galatasaray efsaneleri orada. Sen hala kavga hır gür peşindesin. O an orada olmak için yalvaran milyonlarca insan var bu ülkede. Bırak ülkeyi dünyanın dört bir yanında hatta. İşte bu beni hem üzdü hem sinirlendirdi dün gece. Bulunduğu ortamın değerini bile anlayamayan insanlar oradayken ben televizyon başındaydım, üstelik binlerce kilometre uzakta.

Velhasılı vel kelam Ali Sami Yen Stadı benim umutlarımla birlikte tarihteki yerini aldı dün. Bize her sevdadan geriye yine Galatasaray kaldı. Ve benim Galatasaray’ı evinde izleme şansım da artık Türk Telekom Arena'ya kaldı. yolu Galatasaray’dan geçen herkesle bir gün Aslantepe'de görüşmek üzere...

10.01.2011

Transferde borsa muhabbeti ve BJK Fiyaskoları

Siyah-Beyazlı kulübün, İMKB’ye bildirim yaptığı halde transfer etmediği ya da edemediği birçok futbolcu var. Bu durumun ilk örneği Aly Faryd Mondragon’du. Serdar Bilgili yönetimi, Kolombiyalı kaleciyle transfer görüşmelerinin başladığını ve Metz kulübüyle anlaşma sağlandığını açıklamıştı. Ancak Mondragon, Beşiktaş’ın teklifini kabul etmedi. Siyah -Beyazlılar o yıl bonservisi yine Metz’te olan Frederic Meyrieu’nun transferinden de bildirim yaptığı halde vazgeçti.

Beşiktaş, 2002 yılında İMKB’ye gönderdiği açıklamada ünlü kaleci Stipe Pletikosa’nın yanısıra futbolcular Da Silva Ferreira Edilson, Mazzantini ve Waldson ile görüşmeye başladığını açıklamıştı. Ancak bu futbolculardan hiçbiri transfer edilemedi.

Siyah-Beyazlı taraftarları sadece ümitlendirmekle yetinen açıklamalar 2008 yılında adeta tavan yaptı. Beşiktaş, 2008 yılında Tomas Sivok ile birlikte Udinese’de forma giyen Andrea Coda ve Lazio’da oynayan Guglielmo Stendardo’nun alınması için görüşmelere başlandığını bildirmiş ancak bu futbolculardan sadece Tomas Sivok, daha sonra da Tomas Zapotocny alınmıştı.

Aynı yıl siyah beyazlı yönetim Lens’in oyuncusu Adama Coulibaly ve Mattersburg’da forma giyen Cem Atan’ı transfer edemedi.

2008′de taraftarları hem en çok heyecanlandıran hem de şoka uğratan bildirimler ise Bundesliga futbolcularıyla ilgiliydi.

Schalke 04′de forma giyen Brezilyalı savunmacı Marcelo Bordon ve Gürcü Levan Kobiashvili’nin isimlerinin borsaya bildirilmesi geniş yankı uyandırmıştı. Ancak bu iki futbolcu da Beşiktaş’a gelmedi.

Beşiktaşlı taraftarlar Bordon ve Kobiashvili şokunu atlatamadan Siyah-Beyazlı yönetim, Borussia Dortmund’un, Türk milli takımında da forma giyen genç yıldızı Nuri Şahin’le görüştüğünü Borsaya bildirdi. Ancak Nuri Şahin transferi de fiyaskoyla sonuçlandı.

Sadece Beşiktaş camiasını değil tüm futbol kamuoyunu şoke eden olayın kahramanı ise herkesin hatırlayacağı gibi Mehmet Topuz’du.

Beşiktaş, 4 Haziran 2009′da Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) gönderdiği bildirimde Mehmet Topuz ile görüşmelere başladığını bildirmiş, hatta Topuz Beşiktaş formasıyla basına poz vermişti. Ancak transferde kazanan Fenerbahçe olmuştu.

23.11.2010

5 Günde 2000 km Tunus Turu

5 yıllık Cezayir ikametimin üzerine Avrupa gibi gelen ülke. 4-5 gün süper geçti. Baştan sona gezdim. kurban bayramı olması sebebiyle bayramın 1. ve 2. günleri her yer açık değildi. Ama diğer günler kış sezonu olmasına rağmen açıktı.

İnsanlar saygılı, güler yüzlü. turisti seviyorlar, diğer Arap ülkelerindeki gibi değiller. Yani en azından Cezayir ile mukayese edemem, etmem ayıp olur. Yollar sokaklar düzgün giyimli insanlarla dolu. Her yerde turist ve çok sayıda Türk var. Kadınların çoğu açık. Yani türbanlı değiller. Zaten devlet dairelerinde bile yasak kapalı kadınların çalışması.

Yollar sokaklar tertemiz, şehirler arası yolar genelde ücretli otoyol olasa da güzel. Trafik 120'yle falan akıyor o derece. Araçların belli bir kısmı lüks, kalanı da orta sınıf. Öyle Çin malı yada 30 40 senelik araçlar yok etrafta.


*Hammamet ve Sousse otel cenneti, bir de yaz sezonu olsa eminim cıvıl cıvıl olacaktı ortalık. Kurban bayramında 30 € (kişi başı/gece) gibi cazip bir fiyata 4 yıldızlı bir otelde sabah-akşam yemekleri dahil bir otelde kaldık.

*Başkent Tunus düz ve geniş bir alanda. görmedim ama havaalanı oldukça gelişmiş diyorlar, sanırım Afrika'nın en iyilerinden.


*Sidi Bou Said mutlaka görülmesi gereken harika bir mekan. İnternette resimlerine bakmak bile cezbeder insanı. Her yer mavi beyaz, her yer eski ama bakımlı evlerle dolu. Mardin'in taş evleri gibi sıra sıra ama gerçekten çok farklı. Bilenler Bodrum'a da benzetebilirler burayı. Ama Burdaki kapıların hem renkleri hem işlemeleri başka yerdekiler gibi değil. Hepsi birer sanat eseri.

*Carthage başkente çok yakın zaten Sidi Bou Said'e gitmek için buradan geçiyorsunuz. Görülse de olur görülmese de bir yer.

*Bayramda kapalı olmasaydı Bardo mutlaka görülmesi gereken bir yerdi, kısmet değilmiş.



*Sousse güzel otelleri, golf sahaları ve cafeleriyle güzel bir şehir. Ayrıca burada Medina denilen kapalı çarşıda bolca hediyelik eşya ve çok mistik dükkanlar bulabilirsiniz. Öyle güzel dükkanlar var ki insan içerisinde çıkmak istemiyor. Buram buram tarih kokan sokaklar, sizi kapıdan içeri sokmaya çalışan güler yüzlü esnaf ve dokunmaya kıyamadığınız değerli eşyalar her yerde. Aman çarpmayım kırmayayım diye bazı dükkanlarda çok temkinli davranmak zorundasınız. Benim bu dükkanlardan aldığım en güzel hediyeliklerden birisi yukarıda resmi olan Sidi Bou Said'de bolca bulunan meşhur tunus evleri ve kapıları. Öyle çok hediyelikleri var ki bunların. İster kapı şeklindeki aynalardan alın sevdiklerinize iseter buzdolabına yapışan mıknatıslı alçı figürlerden, isterseniz de yine alçıdan yapılan maketlerden. Ahşap hediyelikler, bakır eşyalar en dikkat çekenler. Bir de Tunus'ta bolca gördüğüm kırmızı taşlardan yapılma kolye, küpe, bilezik benzeri şeyler var, onlar da bolca alınıyordu turistler tarafından.


*El-Jem Sousse'ye yakın ve İtalya'daki Collesium benzeri güzel bir yapı. Burayı gezerken dikkat edilmesi gereken bir şey var; alt tarafta üzeri demir ızgaralarla örülü yere inerseniz ortalıkta sivil polislerin olduğundan emin olun. Bayramda sivil polisler olmadığı için bizden önce orayı gezen bir türk gruba tacizde falan bulunanlar olmuş. O yüzden biz sadece üst kısımları görüp fotoğraf alabildik, risk almak mantıklı değil çünkü.

*El-Jem'e kadar gittiyseniz ve her gece bir yerde kalmayı planlıyorsanız daha güneye giderek Douz ve Matmata'ya kadar gidin. Biz geri dönüş yolunu da hesaplayınca vakit yetmiyor diyerek oralara kadar gitmedik. Zaten otelimizi önceden Hammamet'de ayırttığımız için başka otelde kalma şansımız yoktu.

*El-Jem'den geriye Hammamet yada başkente dönüyorsanız dönüş yolunda Kaouiran'a uğrayabilirsiniz.

Dışarıda yemek yiyorsanız pizza ve ızgara bir de Buggette isimli McDonalds benzeri dükkanlarda yenen hamburger benim önerilerim olur. Onun dışındaki yemekleri biliyorum. Kalan yemekleri otelde yedik çünkü. Çok katlı alışveriş merkezlerinde fast-food tarzı şeyler bolca var.

Netice itibariyle tunus gerçekten gezilesi, görülesi, bolca fotoğraf çekilesi bir ülke. Ben çok sevdim. Cezayir'den Tunus 500 km kadar. Dönüşle beraber 1000 km. Ve ben artı 1000 km de Tunus'ta yaptım. Yani bu gezip gördüğüm yerler arası birbirine çok da uzak değil. Arabayla bir kaç saatte istediğimiz yere kolayca ulaşıyorduk. Tunus dinarı neredeyse Türk lirasıyla aynı değere sahip. O yüzden alışverişlerde aldığınız şey kaça geliyor diye düşünmenize gerek yok. Etiketleri direkt olarak Lira gibi düşünün rahat edersiniz. Döviz bürolarından kolayca Dinar temin ediliyor. Çoğu otel kendi bünyesinde bozuyor dövizi. Zaten otele döviz yada kredi kartı ile de ödeme yapabilirsiniz. Otellerde ve mağzaların çoğunda kredi kartı mevcut. Bir de benzin bize göre ucuz olsa da diğer arap ülkelerine göre epey pahalı. 1,32 dinar falandı aldığımda.



6.04.2010

Protesto!



Sayın yetkili;

6 Nisan 2010 Barcelona - Arsenal maçını yayınlamayan kanalınızı prostesto ediyoruz. Star TV'yi izlememek için sebeplerimiz giderek artıyor. Keşke Şampiyonlar Ligi maçları başka bir platformda yayınlansa artık. Zaten maç yayını konusunda yıllardır hiç bir ilerleme göstermiyorken, yayın haklarının sizden alınması en sağlıklı karar olacaktır. Kendimi bildim bileli Şampiyonlar Ligi maçlarını siz yayınlıyorsunuz, zamanında Galatasaray ile başlayan bu serüven Star TV ile özdeşleşti ama artık sıkılmaya başladık. Umarım bunca tepkilerden sonra böylesine önemli maçları yayınlarsınız. Yada yayın haklarını başka bir kuruluş alır. Daha kaç sene elinizde bulunduruyorsunuz yayın haklarını bilmiyorum ama Şampiyonlar Ligi maçları başka bir platforma geçtiği zaman bayram edeceğiz bu gidişle. Umarım bizim de bu maçları izlememizin bir yolunu bulursunuz.

Sevgiyle kalın...

Katılmak için_______:
bizeyazin@startv.com.tr
tel: (0212) 478 07 87

__________________________

Ekşi Sözlük Linki:
6 nisan 2010 star barça-arsenal yayın protestosu

13.02.2010

Sigara vs. Ben

Bırakmak başlamaktan daha kolaymış meğersem.

15 senedir içiyorum bu zıkkımı. Hem de neredeyse her gün bir paket. Kaba hesapla 100.000 tek sigara içmişim bugüne kadar. 30 senelik ömrümün yarısı sigara içerek geçti. Giden parayı hesaplıyorum; günde bir paket kısa Marlboro Box, zamlardan önceki değeriyle 30.000 TL gibi bir şey. Vah ki ne vah. Almayı çok istediğim Audi A4’ün yarı parası.

Paradan puldan geçtim artık, yeter ki sağlığımı etkilemesin. Çok şükür bugüne kadar sigaranın çok bir zararını görmedim. Allah vergisi çok sağlam ciğerlerim var. Halı sahada sigara içmeyen arkadaşlarımdan bile daha çok koşar daha az kesilirdim. Bundan sonra vay hallerine, sigarayı da bıraktım, daha kimse tutamaz beni.

Kuzenimle beraber bir özentiyle başladım bu merete. Hem de zorlaya zorlaya, resmen içemezdim başlarda. Hatta başlamadan önce sigara içenlere falan da acayip gıcık olur, içilen yerde durmamaya özen gösterirdim. Zaten yıllarca süren kahvehane alışkanlığının da asıl sebebi sigaraydı. Ortamda herkes içtiği için ve kapalı bir yer olduğu için rahatça içebiliyor ve kimseden çekinmiyordum. Şimdi düşünüyorum da kapalı alanlarda sigara içilmemesi aslında süper bir olay. Elinde sigarayla ofisime gelen birisinin birkaç dakikada yaydığı koku bile saatlerce rahatsız olmama yetiyor. Düşünüyorum da aynı anda 4-5 kişi sigara yakıp saatlerce rahat rahat oturabiliyorduk. Demek ki içerken anlamıyor insan.

Hayatımda ilk bırakma denemem üniversite yıllarında olmuştu. Sabah okula giderken attığım paketin yerine yenisini almam fazla süremedi. Sınavdan çıkışta elimdeydi yeni paket. İkinci denememde de benim fazla agresif davrandığımı gören annem kardeşime para uzattı ve abin birilerini dövmeden git şuna paketini ver dedi. Zaten annemin zoruyla denemiştim o zaman. Bu denemem ise gayet başarılı oldu. Çok olmadı daha sigarayı bırakalı. Ama 15 gün az da bir süre değil. Sigarayı bırakmamı isteyenlere her zaman “Ben seviyorum sigarayı, bir zararını da görmedim daha, ilerde belki diyordum” harbiden de seviyorum ben sigarayı. Ama şimdi sigarasız da gayet rahatım. Yani olmasa da olurmuş. Evlenmeden önce eşim sürekli bırak falan derdi, ben de bakarız derdim. Evlendik, 4 ay daha içmeye devam ettim. Son zamanlarda zaten azaltmıştım, sonra bir akşam eve geldiğimde ellerim, kazağım leş gibi kokuyordu. Üzerimi çıkarıp lavaboya gittim ağzımın içerisi de aynen berbattı. Dilim damağım kurmuş boğazımda da tuhaf bir yanma hissi vardı. Aynanın karşında biraz düşündüm, yüzümü yıkadım. Diş fırçamı alıp dişlerimi fırçaladım. Biraz kendime gelmiştim. Sonra içeri gidip tüm sigara paketlerimi eşime verdim ve “at bunları hadi” dedim. Noldu falan diye sordu, “yok bişey, içmeyeceğim” dedim. O gün akşam yemeğinden sonra içmedim, ertesi gün biraz zorlandım akşama kadar. Ama ondan sonrası gerçekten kolaydı, yani 24 saatmiş benim için gerekli süre. İlk 24 saati atlatınca resmen bitti benim için sigara.

Şimdi sabahları daha rahat uyanıyorum, uykumu almış oluyorum. Son bir senedir devam eden sırt ağrılarım azaldı. Yediğim içtiğim şeylerin tadı daha farklı geliyor. Salatının içerisindekilerin bile hepsinin tadını ayrı ayrı alıyorum. Hatta sigarasız içtiğim ilk biranın tadı bile o kadar farklıydı ki anlatamam. Sigara en güzel bira mezesidir felsefesini benimserdim hep, hatta sigara kullanmayan arkadaşlarım bile biranın yanında bi tane tellendirirlerdi; ama biranın tadı sigarayla gerçekten farklıymış. İkisi de güzel tamam belki ama alışkanlıklarımın ve hissettiğim tatların bu kadar çabuk değişmesi gerçekten çok ilginç geldi bana. Şimdi diyorum ki keşke daha önce bıraksaymışım. Keşke hiç başlamasaymışım demiyorum, çünkü bu da hayatta edinilen tecrübelerden birisi. Güzel günlerim oldu sigarayla ne yalan söyleyim, 15 sene severek içtim. Kimsi der ya hani “Abi bırakacam, zaten severek içmiyorum ama bırakılmıyor işte” falan diye… Ben hep severek içtim,.

Galiba bu bırakma işi biraz da genlerle alakalı. Babam da günde 2 paket sigara içen bir adamdı, bir gün aniden bıraktı ve 21 senedir hala içmiyor. Babama çektiğim için şanslıyım bu hususta.

Son olarak şunu söylemem lazım; azaltarak bırakmak diye bir şey yok kesinlikle. Ne zaman azaltsam bir sonraki gün daha çok içerdim. Gerçekten kafanızdan bırakmak geçiyorsa elinizdeki paketin bile bitmesini beklemeden pat diye bırakın. İnanın bırakmak başlamaktan daha kolay.

11.02.2010

Pardon, birine benzettim #3

Öztürk Serengil - Daniel Güiza

8.02.2010

Ah be Hayrettin


"Kocaelispor'la Ali Sami Yen'de oynuyoruz. Deli gibi sis var. Maç başladı ama göz gözü görmüyor. 5-10 dk. sonra hakem maçı tatil etti, soyunma odasına gittik, üstümüzü değiştirdik. Staddan çıkacağız, Hayrettin ortalarda yok. Sahaya geri döndüm ki ne göreyim; Hayrettin direkler arasında volta atarak kendi kendine söyleniyor: "Ulan bizimkiler ne bastırdı haaa yarım saattir top gelmiyor bizim kaleye."

Erdal Keser

*galatasaraysözlük'ten alıntı.

Dexter Morgan Çatal&Bıçak Seti