Çoğunun ekmek parasına mal olan dramdır. Sezonluk diye girdiği bu işten bile kovulabilir bu adamlar. İşin ucunda 1 liralık 3 penaltı karşılığında 5 liralık sigarayı kaybetme korkusu vardır. Ve bu yüzden zaman zaman çeşitli hilelere başvurdukları da görülür.
Hala var mıdır bilmiyorum ama, çocukluğumun en büyük zevklerinden birisiydi lunaparkta
penaltı çekmek. Penaltı kullanmak denmez ona malumunuz;
penaltı çekmektir onun adı. Hatta mahalle arasındaki çocuklar bu fiilin işteş halini bile kullanarak birbirlerine “
penaltı çekişelim mi?” diye sorarlar bazen.
Genellikle bayram zamanlarında kurulurdu benim büyüdüğüm şehirlerde lunapark. Sonraları yaz aylarında da kurulmaya başladı ama çocukken böyleydi. Bayramın birinci günü dede evinde toplanılır, büyüklerin elleri öpüldükten sonra itinayla paralar cebe indirilirdi. Bayram yemeğine müteakip hemen evden kaçıp soluğu önce havai fişek, maytap, füze, kızkaçıran gibi şeyler satan küçük mahalle bakkalında alırdık. Hasılatın bir bölümü burada harcanır, kalan kısmı da öğleden sonra açılacak olan lunaparkta harcanmak üzere saklanırdı.
Lunapark açıldıktan sonra ise ilk durağım boşsa eğer penaltı kullanılan bölüm olurdu. Genellikle lunapark sahibinin bir yakını yada tanığı tipler olurdu bu kaleciler. Normal günlerde başka işlere bakan, sezonda da kalecilik yapan tipler. Kimi sanayide çalışır, kimi arkadaş ortamlarında halı sahaların vazgeçilmez kalecisidir, kimisi de amatör kulüplerin birisinde forma giymektedir.
Benim hatırladığım en eğlenceli kaleci Döşemeci lakaplı olandı. Lakabı çalıştığı mobilya döşeme atölyesinden gelen bu eleman saf bakışları, uzun boyu ve ilginç refleksleriyle bana her zaman
Stauche’yi hatırlatırdı. Tabi bu eleman esmerdi epeyce. Akıl almaz bir topa sahipti bu kaleci. Futbol topu desen değil, lastik topların kalın olanları var ya hani, ondan desen o da değil… Garip sert ve bildiğin söbü bir topu vardı. Şayet topa biraz alışık değilsen topun 5 metre üstten dışarıya çıkmasına engel olamazsın çoğu zaman. Deli fişek gibi bir oraya bir buraya giderdi top. Ama ilk 3 penaltıdan sonra genellikle topun durumunu çözer, ona göre vurmaya başlardım. İlk kullandığım penaltılar kalecinin kucağına yada dağlara taşlara giderken döşemecinin yüzünde oluşan tebessüm, ikinci tur penaltılarda yavaş yavaş tedirginliğe, sonra da drama dönüşmeye başlardı.
İşte tam bu noktada kalecinin sitemleri ortaya çıkar, çeşitli bahaneler bulmaya başlardı. Yok az daha geriye git demeler, ama sen abanıyorsun olmaz ki bu kadar da demeler, yeter yahu kaç fiş aldın sen millet sırada bekliyor tripleri ve bir yandan da giden Marlboroların hesabını nasıl vereceğim korkusu. O zamanlar çok zevkli gelirdi ama şimdi şimdi düşünüyorum da belki de bir sonraki bayramda kalecinin değişmesinin sebeplerinde birisi de benim sanırım.