13.02.2010

Sigara vs. Ben

Bırakmak başlamaktan daha kolaymış meğersem.

15 senedir içiyorum bu zıkkımı. Hem de neredeyse her gün bir paket. Kaba hesapla 100.000 tek sigara içmişim bugüne kadar. 30 senelik ömrümün yarısı sigara içerek geçti. Giden parayı hesaplıyorum; günde bir paket kısa Marlboro Box, zamlardan önceki değeriyle 30.000 TL gibi bir şey. Vah ki ne vah. Almayı çok istediğim Audi A4’ün yarı parası.

Paradan puldan geçtim artık, yeter ki sağlığımı etkilemesin. Çok şükür bugüne kadar sigaranın çok bir zararını görmedim. Allah vergisi çok sağlam ciğerlerim var. Halı sahada sigara içmeyen arkadaşlarımdan bile daha çok koşar daha az kesilirdim. Bundan sonra vay hallerine, sigarayı da bıraktım, daha kimse tutamaz beni.

Kuzenimle beraber bir özentiyle başladım bu merete. Hem de zorlaya zorlaya, resmen içemezdim başlarda. Hatta başlamadan önce sigara içenlere falan da acayip gıcık olur, içilen yerde durmamaya özen gösterirdim. Zaten yıllarca süren kahvehane alışkanlığının da asıl sebebi sigaraydı. Ortamda herkes içtiği için ve kapalı bir yer olduğu için rahatça içebiliyor ve kimseden çekinmiyordum. Şimdi düşünüyorum da kapalı alanlarda sigara içilmemesi aslında süper bir olay. Elinde sigarayla ofisime gelen birisinin birkaç dakikada yaydığı koku bile saatlerce rahatsız olmama yetiyor. Düşünüyorum da aynı anda 4-5 kişi sigara yakıp saatlerce rahat rahat oturabiliyorduk. Demek ki içerken anlamıyor insan.

Hayatımda ilk bırakma denemem üniversite yıllarında olmuştu. Sabah okula giderken attığım paketin yerine yenisini almam fazla süremedi. Sınavdan çıkışta elimdeydi yeni paket. İkinci denememde de benim fazla agresif davrandığımı gören annem kardeşime para uzattı ve abin birilerini dövmeden git şuna paketini ver dedi. Zaten annemin zoruyla denemiştim o zaman. Bu denemem ise gayet başarılı oldu. Çok olmadı daha sigarayı bırakalı. Ama 15 gün az da bir süre değil. Sigarayı bırakmamı isteyenlere her zaman “Ben seviyorum sigarayı, bir zararını da görmedim daha, ilerde belki diyordum” harbiden de seviyorum ben sigarayı. Ama şimdi sigarasız da gayet rahatım. Yani olmasa da olurmuş. Evlenmeden önce eşim sürekli bırak falan derdi, ben de bakarız derdim. Evlendik, 4 ay daha içmeye devam ettim. Son zamanlarda zaten azaltmıştım, sonra bir akşam eve geldiğimde ellerim, kazağım leş gibi kokuyordu. Üzerimi çıkarıp lavaboya gittim ağzımın içerisi de aynen berbattı. Dilim damağım kurmuş boğazımda da tuhaf bir yanma hissi vardı. Aynanın karşında biraz düşündüm, yüzümü yıkadım. Diş fırçamı alıp dişlerimi fırçaladım. Biraz kendime gelmiştim. Sonra içeri gidip tüm sigara paketlerimi eşime verdim ve “at bunları hadi” dedim. Noldu falan diye sordu, “yok bişey, içmeyeceğim” dedim. O gün akşam yemeğinden sonra içmedim, ertesi gün biraz zorlandım akşama kadar. Ama ondan sonrası gerçekten kolaydı, yani 24 saatmiş benim için gerekli süre. İlk 24 saati atlatınca resmen bitti benim için sigara.

Şimdi sabahları daha rahat uyanıyorum, uykumu almış oluyorum. Son bir senedir devam eden sırt ağrılarım azaldı. Yediğim içtiğim şeylerin tadı daha farklı geliyor. Salatının içerisindekilerin bile hepsinin tadını ayrı ayrı alıyorum. Hatta sigarasız içtiğim ilk biranın tadı bile o kadar farklıydı ki anlatamam. Sigara en güzel bira mezesidir felsefesini benimserdim hep, hatta sigara kullanmayan arkadaşlarım bile biranın yanında bi tane tellendirirlerdi; ama biranın tadı sigarayla gerçekten farklıymış. İkisi de güzel tamam belki ama alışkanlıklarımın ve hissettiğim tatların bu kadar çabuk değişmesi gerçekten çok ilginç geldi bana. Şimdi diyorum ki keşke daha önce bıraksaymışım. Keşke hiç başlamasaymışım demiyorum, çünkü bu da hayatta edinilen tecrübelerden birisi. Güzel günlerim oldu sigarayla ne yalan söyleyim, 15 sene severek içtim. Kimsi der ya hani “Abi bırakacam, zaten severek içmiyorum ama bırakılmıyor işte” falan diye… Ben hep severek içtim,.

Galiba bu bırakma işi biraz da genlerle alakalı. Babam da günde 2 paket sigara içen bir adamdı, bir gün aniden bıraktı ve 21 senedir hala içmiyor. Babama çektiğim için şanslıyım bu hususta.

Son olarak şunu söylemem lazım; azaltarak bırakmak diye bir şey yok kesinlikle. Ne zaman azaltsam bir sonraki gün daha çok içerdim. Gerçekten kafanızdan bırakmak geçiyorsa elinizdeki paketin bile bitmesini beklemeden pat diye bırakın. İnanın bırakmak başlamaktan daha kolay.

11.02.2010

Pardon, birine benzettim #3

Öztürk Serengil - Daniel Güiza

8.02.2010

Ah be Hayrettin


"Kocaelispor'la Ali Sami Yen'de oynuyoruz. Deli gibi sis var. Maç başladı ama göz gözü görmüyor. 5-10 dk. sonra hakem maçı tatil etti, soyunma odasına gittik, üstümüzü değiştirdik. Staddan çıkacağız, Hayrettin ortalarda yok. Sahaya geri döndüm ki ne göreyim; Hayrettin direkler arasında volta atarak kendi kendine söyleniyor: "Ulan bizimkiler ne bastırdı haaa yarım saattir top gelmiyor bizim kaleye."

Erdal Keser

*galatasaraysözlük'ten alıntı.

Dexter Morgan Çatal&Bıçak Seti

Sınıfta askılığın hemen altında oturmak

Avantajın kralıdır. Kimin cebine hangi kopyayı koyduğunuzu hatırlarsanız süper keyiflidir. Hatta bunun bile yöntemini bulmuştum. Sene 97 lise son sınıf. Coğrafya dersinden yazılı var. Kadın o kadar manyak bir sınav sistemine sahipti ki; resimlerin altında dip not olur ya, hani falanca akarsuyun resminin altında kitaptaki konuda geçmeyen sikindirik bir detay olur, onu bile sormuştu şerefsizim.

Neyse efendim ben bir gece önceden hazırlanmış olan kopyaları itinayla ceplere yerleştirirken bir yandan da tahta masama siyah kurşun kalemle hangi kopyanın nerede oluğunun indeksini yazdım. Bu sayede elimi attığım yerden istediğim kopyayı çıkarabilecektim.

Seda’nın montu: akarsular
Erman’ın montu: platolar vs.

Bir hışımla giriştim ben yazılıya, sorular birer birer çözülürken bir yandan da dikkat çekmemeye çalışıyordum. Buradan ismini verip rencide etmek istemediğim, ön sırada oturan kız arkadaşım biraz fazla gürültülü çevirmiş olacak ki tombik kucağında tuttuğu kitabın sayfalarını, hoca birden bizim olduğumuz yöne doğru geldi. Biraz bakındı, bir şey göremedi önce. Sonra ön sıradaki tombik kız arkadaşımın bütün derslerinin 90 üzeri olmasından kaynaklanmış olacak ki, direkt olarak benim kâğıdıma çevirdi o pörtlek gözlerini. Baktı benim kâğıt dolmuş taşmış:

- Kopya mı çektin sen?
+ Yok hocam ne münasebet..
- Kalk.
+ Olur.

Eğildi, sıranın altından klasörümü çekip çıkardı. Hani şu dershanelerin verdiği kartondan olanlardan. İçinden coğrafya kitabını eline aldı:

- Ne bu?
+ Kitaaaapp...
- Ne işi var burada?
+ Hocam nereme koyacaktım ki?
- Yok kesin kopya çektin, baksana kağıdına, tembel..
+ Hocam herkesin klasörü sıranın altında, herkeste var aynı kitap...
- Tamam o zaman madem kopya çekmedin, gel öğretmen masasına otur.
+ Olur..

Neyse efendim ben kağıdın %99 aynısını tekrardan yazdım, zaten aklımda kalmış hepsi. Kağıt 100 puanlık oldu resmen. Ama şirret kadın, yer mi..

- Nasıl yaptın bilmiyorum ama, kesin kopya çektin.
+ Hocam ayıp oluyor aynısını yazdım bak.
- Olsun.
+ Hocam bilmesem yazabilir miyim hiç?
- Tamam sus.
+ Olur.
- Yazılına ellemeyeceğim, ama sözlün sıfır.
+ olur.

Sonuç: geçtim...