29.09.2008

Galatasaray vs. Konyaspor


Hakkında uzun uzun yazmak istemediğim buruk bir bayram öncesi kazanılan süper lig maçı.

Sevdiğimiz bir abimizin acı haberinin üzerinden çok geçmeden bir maça çıkmak futbolcuları değil elbette ki en çok taraftarı etkiler. Onun anılarıyla, verdiği hizmetlerle ve hatta üzerlerimize giydiğimiz formalarda bile büyük emeği olan bir tribünde çıkıp deliler gibi sevinç gösterileri hiçbir taraftarın içinden gelmez şüphesiz. Sabahında cenazesini kaldırdığınız abinizin acısı sizi statta 90 dakika boyunca ister istemez dizginleyecektir. Nitekim ilk yarı boyunca bu bahsettiklerimi fark etmeyeniniz yoktur.

Seyircinin üzerine duygu seli akarken aynı rehavet galatasaray'ımda da görüldü ilk yarı. Sahaya dizilişteki bazı aksaklıklar, kadroda olması bence hata olan Mehmet Güven'in verdiği güvensizlik ve oyuncularımızın kafalarından geçeni bir türlü yapamayışı heyecandan uzak bir ilk yarı izlememize sebep oldu.

İkinci yarıdaki oyuna bakarsanız, Kewell, Baros, Arda ve Lincoln ofansının hızlı toplarla neler yapabileceğini görmüş olursunuz. Defansın arkasına atılan toplar, hızlı ataklar ve rakip takım atak yaparken düzgün müdahalelerle kazanılan topların ölümcül pozisyonlara dönüştüğünü rahatlıkla görebiliriz.

98–2001 yılları arasında oynadığımız futbola yakın bir oyun sergiledik bu akşam. Tabi zaman zaman defansta yaptığımız aksaklıkları göz ardı ederek konuşuyorum. Çünkü bazı pozisyonlarda Meira'nın geç kalması ve yanlış hamlelerde bulunması, Servet-Meira ikilisinin ileri çıkışlardaki abartıları ve duran toplardaki savunma düzeninin aksaklığı bir hayli göze batıyor. Zira yediğimiz golde de tamamen adam paylaşmadan dolayı bir sıkıntı yaşandı. Belki de takımda gerçek bir kaptanın eksikliğidir bu. Bu kadar kozmopolit yapıya sahip bir kadroda çoğu futbolcuyla anlaşabilecek, sözü geçecek ve özellikle duran toplarda savunma kurgusunu ayarlayabilecek bir kaptan olmalı sahada. Bu eksikliği tamamlayabilecek tek adayım hasan şaş. Fakat Hasan'ın da sürekli kadroda görebilir miyiz, o da ayrı bir muamma.

Dikkatlerden kaçmayan bir diğer oyuncu da Arda Turan. Ruh halinden mi kaynaklanıyor, özel yaşantısında mı sorunlar var bilmiyorum ama daha sahada sakalla gördüğüm ilk dakika Arda'nın aslında sahada olmadığını fark etmiştim. Bu durum birçok yorumcunun gözünden de kaçmamış ki tüm kanallarda aynı konu işlendi ara ara.

Lincoln’ün geçen seneye göre bence hiçbir farkı yok. Farkı yok derken aynı vasat futboldan bahsetmiyorum. Çünkü geçen sene lig başında gösterdiği performansı hepimiz biliyoruz. Lincoln ne zaman Kalli tarafından kadro dışı bırakılarak küstürüldü, işte o zaman oynamamaya başladı. Çünkü bu adamın yapısı böyle. Pohpohlanmak istiyor, üzerine düşülmesinden hoşlanıyor. Ve bence Skibbe bu adamın yapısını çözmüş olacak ki zaman zaman fırça da atıyor Lincoln’e, telkinlerde de bulunuyor. Sonucunu hep beraber izliyoruz ve sanırım sezon boyunca da izlemeye devam edeceğiz.

Kewell bu takıma en yakışan oyuncuların başında geliyor. Sanki yıllardır Galatasaray’da oynuyormuş gibicesine oyunu okuyor ve yapması gerekeni yapıyor. Ara pasları, gol pozisyonlarında doğru yerde bulunuşu ve fırsat geldiği zaman yaptığı bitirici vuruşlar da bunun en güzel ispatı.

Baros.. Baros.. Baros...

İlk geldiği günden itibaren bizi heyecanlandıran ve yıllardır özlediğimiz golleri bize sunan oyuncu. Sanırım Hagi'den beri o köşelerin tozları bu kadar güzel alınmamıştı. Evet, belki mutlak golleri de kaçırıyor ama boşa girdiği pozisyon yok bence. Ya yüzde yüzlük pozisyona girip kaçırıyor, ya da bir yolunu bulup atıyor. Takımda en memnun olduğum oyunculardan birisi.

Buruk gecemizi bize en güzel şekilde yaşatan sahadaki onbir Metin Oktay'a, onbir Alpaslan Dikmen’e teşekkürlerimi sunuyorum. Bu takımı çok güzel günler bekliyor. Sakatlıklardan kurtulan, tam kadro bir Galatasaray ligin açık ara şampiyonudur şimdiden.

Son olarak Alpaslan abimize Allah’tan tekrar rahmet diliyorum, ruhu şad olsun...

"Ölüm varmış, korku varmış. Bu dünyanın sonu varmış, bizim için yoktur tasa, kalbimde sen yaşadıkça..."

Hiç yorum yok: